5 Ekim 2007 Cuma

Sonbahar geldi, hastaliklar basladi..

Evvelki hafta bu sular mahvetti tüm ev halkını..Herkes sırayla mide ve bağırsak yolu bozukluğu yaşadı, ve bu öyle 1-2 gün sürüp kolayca geçen tipte değildi..Barajlardaki suların dibi geliyormuş evlere ve bu sanırım yeterince de temzilenmiyor ve bizi mahvediyor..Doktorlar musluktan akan suyla diş bile fırçalamayın öğüdünü veriyorlar..Sanirim bu bünyeyi zayiflattı, ardındanda soğukalgınlığı başladı..Üstüste süper oldu. Kendime gelemiyorum..Dışarıda son sıcak günler yaşanıyor ben yataktan çıkamıyorum..Çok sinir bozucu..İçimden dışarı çıkmakta gelmiyor, 2 gündür eve geliyorum hemen uyku modundayım, kıvrılıyorum kanepeye içim geçiyor..Bahar uyuşukluğumu, grip etkisimi bilemedim..Ama acilen spor yapmam gerektiğini anlıyorum, 1 yıldır hareket etmeyip oturunca bağışıklık sistemi zayıflıyor. Acilen birşeyler bulup bu miskinliği ve hastalıkları üzerimden atmam lazım..ama ne yapacağıma birtürlü karar veremiyorum..BAna fikir verin, hem eğlendiren hem sağlık veren 1 şeyler yapmalıyım..uff ufff..iyice tembelleştim..
CEREN

18 Eylül 2007 Salı

Yoga..

Uzun zamandir, izliyorum, duyuyorum, okuyorum, Yoga yapmak gerek..Fiziksel ve ruhsal olarak oldukça faydalı bir spor ve hangi yaşta olursanız olun yapabileceğiniz, hayatınıza dahil edebileceğiniz bir aktivite..tek başınıza veya grupla, evde veya bir kulupte, sabah veya akşam ne zaman isterseniz..Meditasyonla da birleştirirseniz daha da yararlı..
Aylardır araştırıyorum şöyle bu işi ciddi yapan, bilgili bir hocanın eğitimini bulamadım..Ya yapılan yerler iyi durumda değil, veya eğitmen çok tecrübeli değil..Her ikisini birarada bulabileceğim biryer bilen var mı??
CEREN

10 Eylül 2007 Pazartesi

Tatil Bitti..

Evet uzuuun bir aradan sonra "we are back"... Tatil uzun ve güzeldi..Önce Adrasan koyu, sonra antalya, İstanbul..ve son olarak da Atina..Kimisi iş, kimisi keyf içindi ama yine de uzaklaşmak iyi geldi..İnsanın hayatına devam etmesi için "özlemek" gerekli sanırım..Geri dönmek için "Özlemek"..
Bu arada Zuhal ve Nisanla da gorusemedik. Zuhal evlilik hazirliklariyla ugrasiyordu; bu haftasonu evlendi ve ben Atinada oldugumdan katilamadim. Uzgunum Zuuu..Umarim cok guzel bir dugun olmustur..Nisan is degisikligi yapti; alismaya calisiyor ama artik hepimiz icin blogumuza geri donme zamani geldi sanirim..
Sizler neler yaptiniz bakalim?
Opuyorum cooook..
CEREN

3 Temmuz 2007 Salı

Bu yaz nereye gitsek??

Tatil güzel de şu nereye gideceğim derdi olmasa..Yıllardır hep şu “HD” çılgınlığına takılıp, bir sürü “all inclusive” tatil köylerini gezdik..Bazıları orta karardı, bazıları ise 1500 kişinin harala gürele yemek yeme yarışı yaptığı yerlerdi..Acentaya sorsanız hepsi “süper burası, çok istek alıyor, bir giden bir daha gidiyor”, ama bana sorarsanız o kadar paraya değecek ne hizmet var, ne de kalite..Bir yandan eğlence olması hoş ama şehirdeki kalabalığı tatilde de yaşamak hiç hoş olmuyor..Butik otellere baktım, onlarda güzel ama sadece sakin yaşamı isteyenler için..Eğlence ve sakinliği bir arada bulmak zor.. Daha önce gittiğiniz, aşırı büyük olmayan ama belli bir standardın üstünde kaliteli hizmet veren, eğlence/sakinliği bir arada bulabileceğimiz, denizi düzgün tatiköyü/otel öneriniz var mı?
CEREN

29 Haziran 2007 Cuma

Gitmek mi zor, kalmak mı zor?

Gitmeli mi, kalmalı mı? Dun bir arkadasimin Hollanda’da iş bulduğunu ve buralardan ayrılacağını duydum..Üzüldüm..Ama sevindim onun adına bir yandan..Yıllarca acaba gitmeli mi, kalmalı mı sorgulamasını yapan biri olarak biraz da bu cesareti kıskanmadım değil..İnsan hep bir arayış içinde..Hep birşeyleri kaçırdığını düşünüyor, gitmek yakalamak, denemek istiyor o kaçanları..ama biryandanda rahatını bozmak, düzenini değiştirmek, alışkanlıkları bırakmak zor geliyor..Geride kalanlar, gelenekler, beklentiler..Kaçan fırsatlar, yeni deneyimler..Yeni cezbedici, avlayıcı, geliştirici, ama belirsiz ve ürkütücü..Eski tanıdık, bildik, rahat, garantili, ama statuquo cu, monoton..
Ne yapmalı, nasıl karar vermeli..Bir papatya falına mı bakmalı: gitmeli, gitmemeli, gitmeli, gitmemeli..gitmeli..gitmemeli..Nedir bizi gitme özgürlüğünden alıkoyan güç??Nasıl cesaret göstermeli?

CEREN

19 Haziran 2007 Salı

Aşk ölür mü, öldürülür mü?

Yeni bir kitap okuyorum. "Evlilik aşkı öldürür mü?"..Psikolog İlkim Öz yazmış..

İnsanlardan dinlediğim klişe "aaa tabiiki, 1-2 yıl sonra ne aşk kalıyor ne maşk, zaten çoluk çocuğa karışınca birbirini bile unutuyor insan, günlük koşuşturmaca, iş-güç kendine bile zaman ayıramıyorsun, o heyecan da zamanla yerini alışkanlığa bırakıyor.."...Herkes bu işin doğasının, elde edilenin değer yitirdiği ve heyecanının zamanla azaldığı üzerine olduğunu söylüyor..

Tabii aksini savunanlar da yok değil ama azınlıkta diyebilirim, bu azınlık ise aşkı öldüreninde sürdüreninde insan olduğunu dolayısıyla bu işin insanlara bağlı olduğunu, insanların aşka ne kadar önem verdiğine, onu beslediğine, büyüttüğüne, veya önemsemeyip ölmesini seyretmesine bağlı olduğunu söylüyorlar..”Aşk bir bitki gibidir, sular, yeterli güneşi verir, iyi bakarsan, o da sana büyük ve güzel çiçekler verir” diyorlar..

Bu kitap İlkim Öz’e başvuran çiftleri ve problemlerini, çözümü nasıl bulduklarını anlatıyor..İnsan okuyunca hayatta neler olduğunu, insanların ne kadar farklı problemleri olabildiğini görüyor..

Sizler ne düşünüyorsunuz bu konuda? Sizce “Aşk zamanla, evlilikle ölüyor mu, yoksa onu öldüren bizlerin umursamazlığı mı?”
CEREN

13 Haziran 2007 Çarşamba

İyi ki doğdumm :)

Bugün benim doğum günüm... Küçüklüğümden beri değişik bir gün olmuştur benim için doğum günlerim. Her zaman biraz hüzünlüdür nedense.

Kimseye hatırlatmayı sevmem, yani günler öncesinden yaygarasını yapmam unutmasınlar diye. Ama hatırlansın da isterim, ben kimsenin gözüne sokmayayım ama yakınımdakiler bilsin, hatırlasın isterim... Ben doğumgünü hatırlama konusunda felaket olduğumdan kimseye de kırılmam bozulmam hatırlanmadı diye...

Bizim evde doğum günü kutlamaları yoktu ben küçücükken. İlkokul yıllarımda pek kutlamazdık, bir doğumgünü var aklımda kalan, evde çoluk çocuk eğlendiğimiz. Ortaokul-lisede dönem sonuna gelirdi genelde, okul bitmiş olurdu bazen. Bitmediği zamanlarda ise, sürpriz parti organizatörü ben olduğumdan, benimkilerde beklediğim performans sağlanamazdı hiç. Lisede hatırladığım bir sürpriz parti var, yurtta kızların düzenlediği eğlenceli bir parti.

Üniversitede, asi ilk gençlik yıllarımda hiç sevmezdim kutlamaları, insanların benim doğumgünüm için kendilerini birşeyler yapmak, pasta, hediye almak zorunda hissetmelerini, ne alsak sıkıntılarını girmelerini istemezdim. Bir yerlere gidip kutlandığında da çok eğlenmezdim de bu yüzden. Bir kere çok sevdiğim Turtav'da bile hiç eğlenmemiştim. Beni seven her zaman, ya da her hangi bir zaman hediye alır diye düşünürdüm. Aslında bu dayatmalara tüketim toplumunun klişelerine bir isyandı bu, benim için o yıllarda... Ama 18 yaş günümü çok iyi hatırlıyorum, çok özeldi, labda sabahlarken şimdi benden çok uzaklarda olan çok sevdiğim iki arkadaşımın karanlığın orasına diktiği bir mum, getirdikleri bir dilim pasta ve ODTÜ'nün çeşitli yerlerinden topladıkları bir demet kır çiçeği hayatımın en güzel sürpriz doğumgünüydü sanırım.

Büyüdükçe diğer klişelerle birlikte daha çok sevmeye başladım doğum günlerimi. Çevremde sayısı azalmış güzel insanların o gün beni düşünmelerini seviyorum. Çikolatalı pastayı seviyorum. Dün akşam lise arkadaşlarımın her zamanki gibi bir gün önceden buluşma hazırlamalarına, hatırlayıp kutlamalarına çok sevindim... Gece 12'yi geçer geçmez canım kardeşimden gelen mesaja, mesajı atmak için o saati beklemiş olmasına çok sevindim. Az önce yurtdışındaki iş arkadaşlarımın telefonda toplantı sonrası söyledikleri sürpriz "happy birtday to you" şarkısı kocaman bir gülümseme yaydı yüzüme. Arayan, mail atan canım arkadaşlarımın ve ailemin bugün kendimi daha özel hissettirmelerini, doğum günü çocuğu olma hissiyatını seviyorum :).

Bugün benim günüm, kendime çoook mutlu bir yıl, harika bir 26 yaş diliyorum.
Zuhal

11 Haziran 2007 Pazartesi

The Secret- "SIR"

Yeni bir kitaba başladım: “The Secret”, “Sır”..Kitap bu sırrı çözen kişilerin düşünceleriyle oluşturulmuş. İnsanların istedikleri herneyse ;iş, aşk, zenginlik, sağlık, ulaşmalarının çok kolay olduğu üzerine kurulmuş. Bunun temelinde de “çekim teorisi” varmış. Bu teori basitçe şunu söylüyor: “Pozitif pozitifi çeker, negetif negatifi”. Bunu düşünce düzeyine indirgersek, pozitif düşünmek bizi daha pozitif yapar ve başka pozitif düşünceleri bize getirri. Bunun tam tersinde negatif düşündükçe, negatif düşünce ve durumları kendinize çekersiniz. İşte hayatında değişim yapmak isteyenler işte bu düşünce düzeyinden başlamalılarmış. Bu değişikliği yapartamak için sır 3 adımdan geçiyor: 1. İstemek, 2. İnanmak, 3. Almak. Gönülden istemek..Evren zengin bir kaynak ve hereksin dileğinin gerçekleşmesine yetecek bir enerjiye sahip..İstediğinin olacağına innamak....İnnaıp snaki isteğiniz gerçekleşmiş gibi davranmak..ve Sunulanı almaya hazır olmak...Bunları uygularsanız elde edemeyeceğiniz birşey yokmuş..
Bunu deneyimleyip, gerçek sonuçlar alan var mı acaba hayatında?

CEREN

1 Haziran 2007 Cuma

Verebilmek

Kişisel gelişim kitaplarında mutlaka bahsedilen bir geçektir "Vermek". Vermenin insana birşey kaybettirir gibi görünse de aslında bize neler kattığını farkettiğimiz de nasıl da neşeleniriz. Ki hayatın amacıda mutluluktan önce neşe dolu olmak bence. Ne de olsa mutlak mutluluk söz konusu değil hayatta. Daha neşeli olmak için ise vermek gerek. Bende çoğu zaman bunu deneyimledim. Aslında her sabah önünden geçtiğiniz, parayı verdiğiniz, çayınızı aldığınız kişiye dönüp, gözlerine bakarken bir "günaydın" vermek. Size ihtiyacı olana zaman vermek, sevdiklerinize emek vermek, evrene size sağladıkları için teşekür vermek... Evet bunların hepsi sizi daha bir farkında yapacak ve neşeli olmanızı sağlayacak. Yalnızzzzz.... Tek kural bunu birşey için yapmayacaksınız. Değil birine kendinize bile itiraf etmeyeceksiniz, bundan doalyı gururlanmayacak, bir havalara girmeyeceksiniz, böbürlenmeyecek, karşılığını beklemeyeceksiniz... Zor değil mi ? Bencede... Mutlaka denenmeli ve deneyimlenmeli
Vermekte bir çeşit bağımlılık yaparmış insanda. Ne kadar verirseniz verin, daha ne verebilirimi düşünürmüssünüz. Kendimi bu kadar mutlu, memnun ederken diğerlerine ne verebilirimi sorarmışsınız. Bende tekrar soruyorum daha başka kimlere yardımım olabilir, kimlere umut-emek-yardım verebilirim. Ankara'da katılabileceğim, iktidar davası olmayan, yaptım demek için yapmayan insanların olduğu gönüllü projeleri nelerdir ? Tavsiye edeceğiniz, el ver, destak at diyeceğiniz ? Bekliyorum... Bu yazın bir anlamı olmalı :))
NİSAN

21 Mayıs 2007 Pazartesi

Aşk Psikolojiniz

Merhaba,
Umarım herkesin haftasonu keyifli geçmiştir. Düşündüğünüz de bile içinizde güzel duygular oluşuyordur. Peki tamam kötü birşey olmamış olsun :))
Geçen yazıma yorum bırakan herkese teşekür ederim. Bir de yorum bırakmayıp, cevapları kağıtlarına yazan ve yorumları bekleyenler var. Buyrun cevaplara göre yorumlar şöyle :
  1. Yorum: Yol, sizin aşka karşı nasıl bir tavır aldığınızı gösterir. Eğer kısa yolu seçerseniz, çabuk ve kolay aşık olan bir tipsiniz. Eğer uzun yolu tercih ediyorsanız kolay kolay aşık olmuyorsunuz ve uzun zaman geçmesi gerekiyor.
  2. Kırmızı güllerin sayısı ilişkiye ne kadar kendinizden verdiğinizi ve beyaz güllerin sayısı karşılığında ne kadar beklediğinizi gösterir. Örneğin, 18 kırmızı ve 2 beyaz tercih etmişseniz, %90 veriyorsunuz ve karşılığında sadece %10 bekliyorsunuz demektir.
  3. Bu soru sizin ilişkideki problemlere karşı nasıl yaklaştığınızı gösteriyor. Eğer arkadaşından rica etmişseniz, o zaman problemleri yok farzetmeyi tercih ediyor ve bir şekilde kendi kendine çözümlenmesini bekliyorsunuz demektir. Eğer kendiniz gidip almış iseniz, o zaman biraz daha direk bir insansınız ve sorunları hemen çözmeyi tercih ediyorsunuz.
  4. Güllerin nereye bırakıldığı sevgilinizi ne kadar çok görmek istediğinizi gösteriyor. Yatağın üzerine bırakmak, onu görmeyi çok istediğinizin göstergesi, buna karşılık pencere kenarına bırakmak görüşmesenizde olur anlamına geliyor.
  5. Bu soru sevgilinizin kişiliğine nasıl yaklaştığınızı gösteriyor. Eğer onu uyurken buluyorsanız, sevgilinizi olduğu gibi seviyorsunuz. Eğer uyanıkken buluyorsanız, sizin için değişmesini bekliyorsunuz demektir
  6. Eve dönüş yolu bir insana ne kadar süre aşık kalabileceğinizi gösteriyor. Eğer kısa yolu seçmiş iseniz genelde aşklarınız çok çabuk bitiyor demektir. Eğer uzun yolu seçmişseniz bir ilişkide aşkınızın daha uzun süre devam edeceğini gösteriyor.

Benim cevaplarım ise şöyleydi.

  1. Kısa yol, nasıl beklerim ben onu görmeyi :))
  2. 14 kırmızı, 6 beyaz gül. Sanırım almaya da meraklıyım
  3. Girerim içeri, hatta içeri girerken bağıra bağıra "ben geldiiimm" falan derim
  4. Yatağa bırakırım
  5. Ayy nasıl uyuyor, kıyamam bennnn...
  6. Uzun yolu şeçerim.

Bana sorarsanız tuttu, tabi geçmişte olmuş olan istisnai durumları düşünürsem ters kalabiliyor. Ama genellersem ben de tuttu. Sizin sonuçlarınıza göre aşk psikolojiniz nasıl ?

NİSAN

18 Mayıs 2007 Cuma

Buyrun Aşk Psikolojinize Bakalım...

Merhaba,
Uzun zamandır yazmadım, sizinle paylaşmak istediğim ve bana "cccuukk" diye uyan bir test var.
Şimdi ben testin sorularını yazayım, siz ister bir kağıda yazıp kağıdı saklayın isterseniz bize yorum yazın. Bir sonraki yazım (gelecek hafta içi) cevapları yorumlamak olsun. Anlaştık mı ? Anlaştık ise işte sorular :


1 Kız/erkek arkadaşınızın evine doğru gidiyorsunuz. Eve ulaşmanın iki yolu var. Bir tanesi dogrudan eve götürüyor, hızlı ama çok sıkıcı bir yol. Diğer yol ise daha uzunca fakat etrafta görülecek ilginç dükkanlar, güzel bir manzara ve renkli insanlar var. Sevgilinize gitmek için hangi yolu seçerdiniz?

2- Yolda 2 gül bahçesine rastladınız. Bir tanesi kırmızı güllerden diğeri beyaz güllerden oluşmuş. Sevgiliniz için 20 adet gül koparmaya karar verdiniz. Kaç tane kırmızı, kaç tane beyaz seçerdiniz? (isterseniz hepsini tek bir renkten seçebilirsiniz)

3- Sonunda eve vardınız. Arkadaşınız kapıyı açtı. Sevgilinizi çağırmasını rica edebilirsiniz yada kendiniz girip onu alabilirsiniz. Hangisini yaparsınız?

4- Sevgilinizin odasına gittiniz ama orda kimse yok. Gülleri orda bırakmaya karar verdiniz. Pencerenin yanına mı yoksa yatağın üzerine mi bırakırsınız?

5- Gün bitti ve artık yatma zamanı. Sevgiliniz ve siz ayrı odalarda yatıyorsunuz. Sabah uyanma vakti gelince, sevgilinizin odasına gidip bir baktınız. Sevgiliniz hala uyuyor mu yoksa uyanık mı?

6-Artık kendi evinize dönme zamanı. Kısa yolu mu yoksa uzun yolu mu tercih edersiniz?

Herkese iyi haftasonları

NİSAN

15 Mayıs 2007 Salı

Güzel İzmir

İzmir... Gülen insanların güzel şehri... Aydınlık, ılık, mavi, rüzgarlı, dingin, güneşli, şefkatli, saygılı...

Geçtiğimiz hafta sonlarının birinde İzmir'deydim... İzmir ne güzel bir şehir öyle, hatırladım, iyi oldu. 3 yıl olmuş gitmeyeli, gözden ırak gönülden de ırak oluyor sanki. Unutuyor insan kokusunu, dokusunu...

Özlemişim Konak'ı, kalabalık Kemeralti'ni...



Doyasıya içime çektim denizi, ilik bir bahar aksami Alsancak'ta...


















Ne güzelmiş Asansör'ün manzarası, niye gitmemişim ki hiç şimdiye kadar...


Ve başka başka keşifler.
Alaçatı'ya gittim ilk kez...



Yeni ve eski değirmenleri seyrettik hipnotik bir etkiyle...















Dar sokaklarda yürüdük kaybolmayı beceremeden... 'Country Homes' tarzı evleri inceledik hayran hayran...


Herşeyin sakızlısının tadına baktık özenle...


Fotoğraflarını çektim nazlı gelinciklerin, kan kırmızı tarlaların içinde. Limon çiçeklerinin kokusuyla başımız döndü. Dev papatyalardan taç yaptık, dolaştık sokaklarda Kleopatra edalarıyla. Renkli pazardan rengarenk meyvalar aldik.


Sonra Çeşme ve Şirince... Onu da bir dahaki gönderiye artık...

Çok keyifliydi çoook. Şimdi yine gittim oralara... Aslında bir tarafım hep oralarda zaten, her daim, Ankara'ya geldigimden beri hiç unutmadim Ege'mi. Kimi zaman akşamüstü esen ılık bir rüzgar atıyor beni o topraklara, kimi zaman yediğim otlarda alıyorum tadını, kimi zaman kulaklığımdan gelen bir zeybek havasıyla gidiyorum toprağıma, kimi zaman da sadece gözlerimi kapıyorum ve orada oluyorum...

Sözün özü kalbim Ege'de kaldı...

Zuhal

8 Mayıs 2007 Salı

Kadınlar ve Ayrımcılık..

Hep duyardim, kadın-erkek ayrımcılığı var, trafikte, iş yerinde, aile içinde bir sürü insan buna maruz kalıyor diye..Buna çok net tanık olmadığımı düşünüyordum, büyükanne/dedenin erkek torunlara olan düşkünlüğü dışında..Ama etrafıma farklı gözle bakmaya başlayınca durumun hiç de göründüğü gibi olmadığına anladım..Bakıyorum, iş yerinde bayanlar daha çok çalışıyor, onlara daha çok “güvenildiği” için daha çok iş veriliyor erkekler tarafından..Bunun yanında bayanlar da bayanlara “daha çok güvendikleri” için onlara daha çok iş veriyorlar..Yani ayımcılık sadece erkekler tarafından değil, kadınlar tarafından da yapılıyor..Ve enteresan, verici, ses çıkartmayan, verilen işi en iyi şekilde yapan bayanlar korunmak yeine, daha çok yükleniliyor hem cinsleri tarafından..Bu çok istenen ve takdir edilen bir özellik olarak pompalanıyor toplum ve aile tarafından..ve birçok iş sanki bayanların standart yapmaları gereken şeyler gibi görülüyor işyerinde de..Geçenlerde bir çay partisi vardı (her ay 5-6 kişi görev olarak bunu organize edip tüm çalışanlara çay saatinde pasta-börek getiriyor)..1-2 yıldır süregelen bu “zorunlu” parti, zaman geçtikçe 5-6 kişilik gruptaki bayanların evde 2-3 çeşit pasta börek yapması, erkeklerin ise hazır içecek-kuruyemiş-pasta almaları şekline dönüştü..Ve enteresan, parti sonunda masa örtüsübnün yıkanması bile bayanların görevi olarak düşünülüyor ve rededince de “ne kadar ters” alınganlığı gösteriliyor..Oysaki o 5-6 kişi aynı yükü paylaşmalı, biri hazır alıyorsa diğeride hazır birşeyler almalı vs. Ama kafa yapısı şöyle “kadındır nasılsa yapar, o yapsın, biz kolayca hazıra konalım”..bunu erkekler düşünüyor tamam, anlıyorum..Garip olan bayanlarda birbirleri için aynı şekilde düşünüp aynı şekilde davranıyorlar..Oysa hemcinsler olarak birbirimizi daha çok koruyup, erkeklerin yarattığı ayrımcılığın düzeyini azaltmaya çalışmak yerine, bizler bu düzeyi iyice artırıyoruz..
Bu ne kadar adil?
CEREN

4 Mayıs 2007 Cuma

Kuğu Gölü Balesi

Evet başardım, sonunda gidebildim Kuğu Gölü'ne. Çok keyifli bir 3 saat geçirdim dün gece.

Gösterime girdiği 3 mart tarihinden itibaren bilet almaya çalışıyordum, ama hemen tükeniyordu biletler. Açıkçası bilet bulmanın bu kadar zor olacağını düşünmemiştim başlarda. İki hafta önce saat tam 9.20 gibi hazırdım internet başında, nihayet 9.30'da biletler satışa açıldı. İnternetimizin yavaşlığından dolayı malesef salondaki ön sıraları kaçırdım, balkon en ön sırada yer alıyordum ki 'Seçtiğiniz koltuklar başkası tarafından alınıyor' yazısı yine, neyseki balkon 2.sıradan yer alabildim.

Operaya, baleye sık giden biri değilim, ama bundan sonra daha çok gideceğim kesinlikle.

Büyüleyiciydi. Dekor, kostümler, kareografi ve tabi ki danslar ve dansçılar hepsi öylesine etkileyiciydi ki...

Çaykovski'nin ünlü eserini böylesine inanılmaz bir performansla sahneye koyan Ankara Devlet Opera ve Balesi'ne içtenlikle teşekkür etmek istiyorum.

Siz Ankara'da yaşayan sevgili arkadaşlarıma da bu sezon perde kapanmadan önce, mutlaka bu unutulmaz başyapıtı görmenizi tavsiye ediyorum. Online biletleri Devlet Opera ve Balesinin sayfasından alabilirsiniz...

Zuhal
Not: Bu arada İzmir gezisi çok keyifli geçti, uygun bir zamanda yazmaya çalışacağım...

2 Mayıs 2007 Çarşamba

Kazien mi O ne ?

Bu kelimeyi makine mühendisliği yapan bir arkadaşın firma içi eğitimleri sırasına olan bir olayı anlatırken duydum. Önce kelime beni çekti. "K" ve "Z" harflerine olan tutkum galiba çekti. "T" de var ya neyse...

Dost kitap konusunda bir çeşit google benim için. Ama niye ise daha tanımını bile bilmeden kitabı var mıdır diye baktım. Evet, orada vardı işte. Yeşil labirentli falan... Hemen aldım. Anlattığı aslında çok basit. Özetlersem:
- Acı çekerek güzel şeyler elde edersinizi diye birşey yok
- Kesin dönüşler mutlaka büyük etkiler/tepkiler yapar
-İnsan değişime pek açık değildir (Korkapız ondan olsa gerek, milyon yıl KAÇ/SALDIR emirlerinin etkisi de olabilir), güvenilir ortamları her zaman daha çok tercih eder (o yüzden aynı kafe ve hatta aynı masa istiyoruz, trafik değişse sinir oluyoruz, bocalıyoruz)
- Değişim istiyorsanız bunu küçük kaizen adımları ile yapın, öyle küçük bir adım seçin ki başarısız olma ihtimaliniz "0" olsun. Yazı ile "sıfır".
- Sonra bunu bir zaman yapın, bir sonraki adımınızda küçük olsun; güvenmeye başlayınca büyük adımlar atabilirsiniz; ama başaramama ihtimalinizin "0" olması gerektiğini unutmayın. Küstürmeyin değişimi yani..

Örneklersek:
Amacınız sabahları erken kalkmak ve siz hergün 8'de kalkıyorsunuz. Daha erken kalmak için ne yapabilirsiniz.

1-İlk gün sabah erken 6'da kalkabilirsiniz. Bunu bir kaç günden fazla yapamama durumunuzda, tekrar geç kalkmaya başlayacaksınız ve erken kalkma inancınız kaybolacak. O zaman tekrar sayalım...
1- İlk 3 gün 5 dk daha erken kalkın 7:55
2- 4. günden 7. güne kadar 5 dakika daha erken kalkın 7:50
Bir haftalık toplam sürede 55 dakika daha erken kalkmak demek bu
3- bir sonraki hafta 10 dakika daha erken kalkın 7:40 ve bu 70 dakika daha erken demek
4- 3. hafta bir atak yapın, ne de olsa artık daha erken kalkabiliyorsunuz 15 dakika olsun, 7:25 ve bu 105 dakika daha demek
4- Güveniniz kendinize geldiğine göre hadi 25 yapalım şunu; 7:00 ve 175 dakika daha kumbaraya

Bir ay sonunda 1 saat erken kalmaya başlayacaksınız. Arada kaçırsanızda hiç bir zaman tekrar başa dönmeyeceksiniz. Ve bu bir ayda 405 dakika yapacaktır yani neredeyse 7 saat zaman. Artık bu kumbarada olan zamanı uzun zamandır istediğiniz bir şeye aktarabilirsiniz.
Örnekler uzayabilir. Siz sadece neyi değiştirmek istediğinize karar verin ve kaizen adımlarınızı belirleyin gerisi sizin olacaktır.
İyi haftalar
NİSAN
not: oynamıyorum ben o oyunu artık :)

30 Nisan 2007 Pazartesi

Yeni Oyun

İnternette oyun oynayan ve camialara dönüşen gruplardan olmadım hiç. Ben en fazla niyet tutup solitare baktım. Hangi bilgisayarınızın Programlar -- Oyunlar -- Solitiare kısmı varya ondan. Geçen senelerde ogame denilen internetten uzaylar savaşı yapılan akşamda il il organizasyonu yapılan siteye üye olup, bir iki uydu gezegen bende oluşturdum. Sonra baktım olmuyor bıraktım. Bilişim işi ile ilgili olup çevrede olan olaylara da ilgisiz kalamıyorum. Öğle aralarında üçer beşer toplanıp, kelime üreten grupları farketmemekde ayrı bir olay zaten. Neymiş deyip birinin yanına oturuyorum bildiğiniz scarble, ama türkçe ve online. Sadece türkçe sracble (wordabula) değil, sağdan sola kelime avı ve değişik bir sürü kelime oyunları. www.oyunus.com. Ben ve çevremdekiler en fazla wordabulayı tuttuk.




Davetiye ile üye olunuyor. Bende var isteyin gödereyim. Wordabulaya girince 4 mahalle var. Mahallelerde oyun masaları isteyen kişi tarafından açılıyor. İsterseniz sadece online olan arkadaşlarınızla oynarsınız, isterseniz masanıza gelen yabancı ile :)) Masa açılırken çeşitli seçenekler var. Herkes masaya oturabilir-sadece davet ettiklerim; 1-2-3 kişilik masa; 30sn-60sn veya istenilen kadar düşünme ve yazma süresi; taş bitene kadar veya X limitine kim önce gelirse. Oyun oynanan platformda çeşitli ekstre puan alma yöntemleri var. Harfin iki, üç, dört katı.. Kelimenin iki, üç, dört katı gibi.


Ben çok fazla oynamadım. Bizimkilerle oynuyoruz öğlen daha çok. Yalnız ben de hiç istemediğim bir etki yaptı. Sabahları uyanmak üzere, o geçiş anında kelime dizmeye çalışıyorum... hecelerin başlarını tamamlıyor, kelime bulmaya çalşıyorum... eskiden 4-5 saat tetris oynadığımda gözümü kapatınca bloklar yapardım, bu biraz ona benzedi. Ama ben 1 saat bile kalmıyorum başında. Bilinç altım oyunu pek sevdi. Ama ben bu halimden pek memnun değilim. Sanırım bırakacam bu oyunu :))


NİSAN

20 Nisan 2007 Cuma

Ankara'da yaşamayı istiyorum...


Bu aralar hiç yazamaz oldum, ne yapıyorum hiç anlayamadan, günler, haftalar hatta aylar akıp gidiyor...Bahardandır diyorum, herşeyi baharı yoruyorum bu ara :)

Biraz gecikmeli olarak İstanbul gezimi anlatayım, çektiğim bir kaç fotoğrafı da paylaşayım.



İstanbul güzel sehir, bunu hep biliyordum ama bu sefer ben bir süre daha Ankara'da yaşamak istedigimi ve bu İstanbul'da yasamak istemedigimi anladim. Çoook zorsun İstanbul, çok.

Evet Besiktaş'tan Sarıyer'e uzanan sahil şeridi çok güzel, Nişantaşı çok Avrupai, Eminönü'nün o kalabaligi başımı döndürüyor, Taksim'in kozmopolitligini çok seviyorum, Galata kulesinden gördüğüm İstanbul'a aşık oluyorum ama....

Bir kere daha anladim ki, benim zamanım çok kıymetli, hayatını saat saat planlayan biri için yollarda geçirilen uzun saatler dayanılmaz. Evet en önemlisi bu herhalde, trafikte geçirilen zaman, bu sürede elimin kolumun bağlı olduğunu hissetmem.

Diğer en önemli sorun da kendimi İstanbul'da çok güvensiz hissetmem. Çantama sarılarak yürüyorum, her an başıma birşey gelecek gibi hissediyorum. Ben bunun üstüne gidip, gereksiz evham yaptığımı düşünsem de her gidişimde birşeyler oluyor ve ben yine gü-ve-ne-mi-yo-rum. Geçen sene 4 gün İstanbul'da kalıp Roma'ya geçecektim. O hrsızlıklarıyla ünlü Roma'ya indiğimde derin bir oh çektim, kendimi güvende hisettim. Gerçi Roma'nın gönlümdeki yeri apayrı, onu başka bir sefere anlatayım ama yine de insanın başka bir ülkede, hem de İtalya'da, kendini kendi ülkesinde olduğunda daha güvende hissetmesi trajıkomik geliyor bana. Bu sefer de kaldığım otelin 50m aşağısında bir kadın terörist 4 kilo bomba ile yakalandı :( Neyse ki kimsenin burnu bile kanamadı.

İstanbulda yaşayacaksam eğer;

* Bir yerden baska bir yere gidişin, haftanın farklı günlerinde ya da günün farklı saatlerinde yarım saat ile 2 saat arasında değişebilecek olmasına alışmalıyım.

* Eğitimin planlandığından 1 saat önce bitmesi hiç bir sey ifade etmiyor İstanbul'da, çünkü o sürede 1 saat kantinde servis beklemek zorundayım.

* Ya da 1 saat Pier Loti'de oturmak için 4 saatimin yollarda geçmesini kanıksamaliyim.

* Hafta içi kültür sanat yaşamının tamamen bitmesini, Ankara'da haftada bir olan konser-tiyatro etkinliklerimin İstanbul'da ayda bire düşmesine alışmalıyım.

* Yolu uzatmaya çalışan taksicilere, uzattığınız para 10 YTL bile olsa sahte mi diye güneşe tutan şoförlere alışmalıyım.

...

Bu liste böyle uzaar gider...

Bu sefer çok zor geldi bana İstanbul, çok yordu beni. Yetti bana İstanbul, fazla geldi, evime Ankara'ya dönmek istedim.

Bizim kendimizi teselli ettigimizi düsündüğüm, 'Ankara'da yasayip, Istanbul'da gezilir' sözünün doğruluguna bir kez daha inandim içtenlikle. Ankara Ankara güzel Ankara, ben bir süre daha buralardayım :)

Ama kısa bir moladan sonra :) 23 Nisan'da 3 günlüğüne İzmir'e kaçıyoruz... İzmir, Çeşme, Alaçatı, Şirince bizi bekliyor!!! Yeni fotoğraflarla döneceğim! Ama umarım yeni bir ikilemle dönmem :)

Herkese iyi tatiller...

Tüm çocukların ve içinizdeki çocukların dünyanın en güzel bayramı, tek çocuk bayramı olan 23 Nisan'ı kutlu olsun...

Zuhal

P.S. Aslında daha çok fotoğraf yükleyecektim, ama yazdığım her yüklemeden sonra tüm yazılar darmadağın oluyor, bu konuda biraz kendimi geliştirmem gerek sanırım...

18 Nisan 2007 Çarşamba

Sobelendik..

Sardunya sobeledi bizi..Biz de katıldık oyuna..

• Daha önce yaşadığınız 3 şehir:
Sadece Ankara. Ne yazıkki..Farklı yerler, insanlar görmek isterdim..

• Tatil için gittiğiniz gördüğünüz ve önermek istediğiniz üç yer:
Düşündüğüm: ağva, burhaniye- kaz dağları ve nemrut..
Önerdiğim: Mardin-Midyat(bambaşka bir dünya), Selimiye

• Yaşamak istediğim üç şehir:

Başka bir ülke belki..Akdeniz ülkesi, Italya, Ispanya veya Portekiz..ve bir ada belki..rahat ve huzur dolu..Türkiye’de Selimiye olabilir.

• Şu anki mesleğiniz: Bilişim

• Dünyaya yeniden gelseniz hangi mesleği yapmak isterdiniz?
Belki doktor veya tiyatrocu

• Kesinlikle yapamazdım dediğiniz meslek:
Avukatlık, memuriyet, pazarlamacılık

• Yaşam felsefenizi oluşturan sözlerden biri:
Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün.

• Bir kitaptan alınma sevdiğiniz bir bölüm, paragraf ya da cümle:
“Hayatta ya tozu dumana katarsın, yada tozu dumanı yutarsın”..

• Çok sevdiğiniz bir şiirin bir parçası:
I carry your heart with me
I carry it in my heart
I am never without it
anywhere I go you go, my dear;
and whatever is done by only me is your doing, my darling
I fear no fate
for you are my fate, my sweet
I want no world
for beautiful you are my world, my true
and it's you are whatever a moon has always meant
and whatever a sun will always sing is you
here is the deepest secret nobody knows
here is the root of the root and the bud of the bud
and the sky of the sky of a tree called life; which grows
higher than soul can hope or mind can hide
and this is the wonder that's keeping the stars apart
e.e.cummings
CEREN

bir iki üç
sweety, Ayse’s world , Cakıl’ın yeri ve peynir gemisi
ebe sobe

11 Nisan 2007 Çarşamba

YE #21 - Kremalı Tavuk



Uzun zamandır yemek etkinliklerini takip ediyorum. Tam benim gibi evde ara sıra yemek yapanlara göre. Yemek pratiğim çok olmadığından, yapmadan önce bir süre düşünmem gerekiyor. Bu etkinliklerle, evde patates mi var bak patates etkinliğine neler yapılabilirmiş, tatlı mı yapacaksın bak tatlılara aklına bile gelmeyecek, özenle hazırlanmış onlarca tarif. Artık bizim de blogumuz olduğuna göre bu yararlı etkinliğe katılalım dedik... Ama gel gör ki yeni tavuklu bir tarif deneyemedim henüz, Nisan'la konuşup Ceren'in daha önce yayınladığı kremalı tavukla katılmaya karar verdik... Ama bir sonraki etkinliğe bizzat kendim birşeyler yapmak istiyorum :)

Evet tarifimiz kremalı tavuk. Tarifi ben denedim, oldukça pratik ve lezzetli oldu. Ben limonlu tatları çok sevdiğimden limonunu bol koydum, ekşili değişik bir tavuk yemeği oldu. Evde de kardeşim ve kuzenim tarafından çok beğenildi... Teşekkürler Ceren :) Şuraya tıklayarak tarife ulaşabilirsiniz...

Bu arada ev sahibimiz 'yemek aşkı'na bu güzel konu için teşekkürler :)

Afiyet olsun...


Zuhal

9 Nisan 2007 Pazartesi

Ay ay ay yaz geldi, Sokağa çıkmak lazım ....

İnsan odaklıyız işte. Ne kadar kendimizi kandırsak da öyleyiz. Sabah kalktığınızda kendinizi ne kadar iyi hissetseniz de, servisde yanınızda oturan; çay alırken birisi; yan masa arkadaşınız size " Neyin var, yorgun görünüyorsun" derse sabah hissettiğiniz bütün iyilikler biranda uçmaz mı ? Uçar, hatta ilk fırsatta aynaya bakar ve yorgunluk izleri ararız. Evet öyle görünüyormuşum deriz, sonra da yorgun hissederiz. Ve bunun gibi daha ne olaylar neler neler ...

Hal böyle olunca insan odaklıyız işte. Evimizde yalnız olmaktan hoşlansak bile bir zaman sonra kendimizi insanlara karışacağımız, konuşacağımız, hiç olmadı karmaşada düşünmeyeceğimiz ortamlara atıyoruz. Sırf bu yüzden büyük büyük alışveriş merkezleri yapıyorlar; düşünmeyelim diye de içeriye az oksijen veriyorlar.Böylece insan olmanın gereklerini yerine getiriyoruz. Ve bu kadar insan odaklı iken bir o kadarda onları kolayca silebiliyoruz. Kaçımız incir çekirdeğini doldurmayacak nedenlerle arkadaşı ile kopmamıştır. Veya yolları, araya giren zamanı, zamansızlığı, koşturmacayı bahane ederek arkadaşlarından uzaklaşmamıştır. Bu kadar insan bağımlısı iken ve mutlu olmamız bu kadar karşı tarafı da mutlu etmeye dayanırken bu yaptıklarımız hiç akıl alır değil.

Peki olan olmuş, kopan ilişkiler kopmuştur mu demek gerekir ? Veya gidip onları yeniden düzenlemek mi ? veya düzenleme için harcanacak zamanı yeni ilişkiler kurmaya mı vermek gerekir? Ne gerekir ? Nasıl yapılır ? Yıllarca aramadığınız bir arkadaşınızı arayınca, nasıl karşılanmalar yaşanabilir ? neler normal? neler değildir ? İçten bir merhaba yetecek midir ?

Daha da ileri sorular sorayım,nasıl yeni insanlarla tanışılır? tanışmak yetmez ki; aramak ister insan, aranmak ister. Önemsenmek ister. Yeni tanıştığınız biri ile bu bağı kurabilir misiniz? Yoksa bunun içinde içerikten öte, nicelik-zaman mı gereklidir? Yeni gruplar nereden bulunur ? Nasıl gidip orada kaynaşılır ?
Sezen ablamızın yazdığı, Emel ablamızın söylediği gibi...
Ay ay ay yaz geldi, Sokağa çıkmak lazım,
Bi kaç kural daha yıkmak, Bi kaç yasak delmek lazım.
Önerilerinizi bekliyorum, ayrıca güzel mi güzel baharı her yanımızda hissedeceğimiz bir hafta diliyorum.
NİSAN

3 Nisan 2007 Salı

Bitmeyen Ankara-İstanbul İkilemi



İstanbul'u çok seviyorum, her İstanbul'a gidişimde hayıflanıyorum ben niye bu şehirde yaşamıyorum diye, boğaza karşı balık yerken, çay içerken, İstiklal Caddesi'nde dolaşırken hep orada olmak istediğimi hissediyorum. Ankara'dan çok sıkıldım, geldiğimden beri hiç sevemediğim bu sıkıcı, gri, kasvetli şehirde 10 yıl geçti gitti. Ama İstanbul'da yaşayacak cesareti de hiç bulamadım kendimde. Bir kaç günlük iş gezileri bile ne kadar zor bir şehir olduğunu gösterdi İstanbul'un. Ankara'da işe gidişim 10 dakika sürerken, İstanbul'da akşam işten çıkıp otele giderken geçen 2 saat beni "Ankara'nın da yaşanılabilir bir şehir" olduğu konusunda ikna etmeye yetti. Sabahları işe gitmek için sabah 7'de servise binince, serviste uyuklarken kafamda "Ankara da güzel bir şehir aslında" düşünceleri ağırlaştı, yoğunlaştı her seferinde.


Ankara'da bile günler yetmiyor bana, her akşam uyumadan önce yetiştiremediklerimi düşünüyorum sürekli. Hal böyleyken İstanbul'da her gün 3-4 saatimi yollarda harcamaya kıyamıyorum. Tabi bunun yanında güvenlik sorunları da var. İstanbul'da her an başıma birşey gelecek, çantam çalınacak, bomba patlayacak...vs gibi hissediyorum. Çantama sarılarak dolaşıyorum. Geçen sene 3 gün İstanbul'da kaldıktan sonra Roma'ya gitmiştim. Hırsızlığın ünlü olduğu Roma'da bile rahatlamış, 'bir oh çekmiştim', meğer ne çok gerilmişim İstanbul'da...


Bu Ankara-İstanbul ikilemini son 5 yıldır yaşıyorum, ve her geçen yıl beni hiç sevemediğim Ankara'ya daha da bir yerleştiriyor. Bağlarım, kaybedeceklerim artıyor. Ve bu İstanbul gerçekleri de, benim Ankara'ya hissettiklerim de hiç değişmiyor...


Türkiye'de başka bir şehir alternatifi benim işim için neredeyse imkansız. Yurtdışında da uzun süreli yaşamak istemiyorum, 6 aylık bir tecrübem var, o bana yetti, belki 1-2 yıl daha olabilir ama daha fazlasını istemiyorum. Ne yapmalı bilmiyorum, Ankara'da kalıp hayıflanmalara devam mı? Herşeyi göze alıp İstanbul'u denemeli mi?


Nerden mi çıktı bu İstanbul konusu? Öncelikle önceki gün yağmurlu, gri bir 'Ankara Pazar'ında önce Ankamall, sonra Arcadium'a gittikten sonra içime fenalık bastı ve yine aynı şeyleri sorgulattı bana. Bir de yarın İstanbula gidiyorum. 4 gün ordayım... Bakalım bu sefer nasıl etkileyecek beni İstanbul?


Bekle beni İstanbul, geliyorum!!!
Zuhal

2 Nisan 2007 Pazartesi

Derin Uyku..

Her haftasonu bir öncekinden daha kötü..tüm gün odaya kapan ve ağla..hayatım bomboş bir kavanoz gibi..Tutunacak hiçbirşey yok..büyük bir boşluk..beni hayata bağlayan “hiç”..İnsan yok..telefonum bile çalmıyor, atmalı belkide onu da..ot gibiyim; ye, iç, işe git, gel..koca bir boşluk..gece uyuyamıyorum ilçsız..Uyku ve rahatlık..tüm o boşluktan uzaklaşmak, huzur..Acaba ölüm de böyle birşeymi diye düşünüyorum..Kolayca, üzülmeden..Üzülecek birşey yok çünkü, yaşanmamışlıklar dışında..çünkü bağ yok..ilaç, uyku ve sonrası derin huzur..

30 Mart 2007 Cuma

Ayrı eve çıkmalı mı? Zorluklar..

Evet yalnız yaşamayı öğrenmek lazım, bunda hemfikirim. Bu beni güçlü kılacak..Ona da tamam..Ama burda Türkiye'de yaşamanın getirdiği zorlukları da görmek lazım..Örneğin, Amerika'da veya Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde benim yaşımdaki insanlar, benim statuümde hayatlarını idame ettirebilecekleri bir hayat standardına sahipler, bu zor birşey değil buradaki kadar.. Amerikada üniversite de okurken bile bunu rahatlıkla becerebiliyolar..Burda bakıyorum, hesaplıyorum, kira, vergiler, benzin, sigorta,kasko..O kadar yekün tutuyorki senin yalnız yaşaman ancak ucu ucuna denk getirerek mümkün..hatta bazı aylar ay başını bile getiremeyebilirsin...Bu durumda da anne babandan borç almak/istemek zor bir durum bu yaşta..Bu da beni korkutan birşey...Tabii bunda işyerine güvensizlikte diz boyu..Gelecek ay maaşın yatacak mı yatmayacak mı emin değilsen adım atmaktan korkuyorsun..ve bunu değiştirecek bir güç yok elinde..bu da beni daraltıyor..Bunca yıl oku, didin, çalış, başarılı ol ve hala ayaklarının üstünde duracak finansal gücün olmasın...Kızıyorum bazen gerçekten, çaresizliğe ve adaletsizliğe..ve insanların yurtdışında yaşamalarının nedenlerini anlayabiliyorum..
CEREN

28 Mart 2007 Çarşamba

Ayrı eve çıkmalı mı?

30’lu yaşların başındayım..Ailemle yaşıyorum, uslu, akıllı, hanım çocuk olma durumuna devam...Çok ilginç şeyler keşfediyorum kendimle ilgili: Mesela ailem çok rahat, hoşgörülü olmasına karşın, “move” edemiyorum..Sanki çepeçevre bir ağ ile bağlanmışım, hapisim ve çıkamıyorum..Adım atamıyorum, yaşamın içine giremiyorum bir türlü..Yaşama akmak, spontane olmak, sıradan olmak, sıradan ihtiyaçlarını gidermek,”başkaları gibi olmak”, kendi kararlarını vermek, ve kendine hata yapabilme hoşgörüsünü göstermek korkutuyor..Şunları söylüyorum kendime; ya para yetmezse, peki ya komşular ne der, şu üzülür, bu kırılır, ya depresyona girersem yalnız oturup evde vs vs.. Ama aslında bahaneler buluyorum kendime..ve ayaklarımın üzerinde durmayı öğrenmedikçe de “çocuk” olma, sorumluluk almama, hayatımdaki şeyler için başkalarını suçlama, mızlayıp durma modundan çıkamıyorum..İçimdeki çocuk, büyümekten korkuyor, kolaya kaçıyor, çocuk olarak kalmaya devam etmek istiyor, başkaları onun yerine kararlar alsın, hayatını idame ettirsin..Hem böyle çok da “özel” bir durumda, kalede yalnız başına oturan prenses gibi..Uzaklardan başkalarını izleyip, imreniyor, uzak ve izole..ama “özel”...Oysa büyüyüp “normal” insanlar gibi yaşamayı, hayata akmayı öğrenmesi lazım..

5 yıl sonrasını düşünüyorum...Kendi ihtiyaçlarını pek düşünmeden(bunların ne olduğunu da zaten pek bilmiyor), çevre ve ailesi tarafından onaylanmış biriyle evlenmiş, beklendiği gibi çocuk sahibi olmuş, iyi eş, iyi anne, iyi ev kadını olmuş biri..10 yıl sonrasını düşünüyorum; içindeki boşlukları farketmeye başlamış, iyi eş, iyi anne olmanın o boşluğu doldurmadığının farkına varmaya başlamış, çaresiz, yapacağını bilemez bir halde, geçmişe bakıyor,debeleniyor...15 yıl sonrasını düşünüyorum; değişiklikler için artık çok geç olduğu, başkalarının “uygun” gördüğü bir hayatı kabul edip devam etmekten başka çare bulamayan, kabullenmiş bir kadın...Bakıyorum çevremdeki pekçok kadın bu durumda; sorgulamadan, büyümeden, kendini tanımadan, başkalarının beklentilerini, öğretileni yaşamış, bir anlamda “başkalarının” hayatını yaşayan insanlar topluluğu..Böyle olmak istemiyorum..15 yıl sonra geriye dönüp “yazık olmuş” demek ve hayatımın sadece bir “boşluk” olmasını istemiyorum...
CEREN

23 Mart 2007 Cuma

Vişneli Muffin



Fanatik bir çikolatasever olarak hayatta çikolatan başka lezzetler de olduğunu kendime kanıtlamak için, ne zamandır meyveli pastalar, tatlılar yapmak istiyordum. Geçen hafta joyofbaking sitesinde güzel bir meyveli muffin tarifi buldum. Tarifte de tavsiye edildiği gibi, bu mevsimde taze meyveler bulamayacağımdan, donmuş vişne ile yapmaya karar verdim. Ama gel gör ki market market dolaşıp vişne bulamadım. Evimin yakınlarındaki Peynirci, Tansaş ve Çağdaş marketlerde donmuş vişne ya da donmuş hiç bir meyve yoktu. Doğru mu bilmiyorum ama Çağdaş'taki reyon görevlisi dağıtım şirketi ile ilgili bir problem olduğunu söyledi. Yılmadım, hafta sonu bunun için Bilkent Real'e gittim, neyseki Real'de vişnenin yanında berry ailesinden istemediğim kadar donmuş meyve beni bekliyordu. Bu tarifi ilk deneme için vişneli yapmaya karar verdim, ama sonra diğer 'berry'gillerle de denemeyi düşünüyorum.


Sitede birbirinden güzel tarifler var, bana bir arkadaşım tavsiye etmişti. Ben sonuçtan oldukça memnun kaldım. Diğer tarifleri de denemek için sabırsızlanıyorum.


Tarifte normal muffinlerden farklı olarak 'buttermilk' kullanılıyor. Bunun kefire karşılık geldiğini daha önceden yemek bloglarında okumuştum. Kefir, yumuşacık 'muffin'leriniz olmasını sağlıyor. Ayrıca tarifte anlatıldığına göre katı ve sıvı malzemeler iki ayrı kapta karıştırılıp daha sonra sıvı karışım katının üzerinde dökülüyor ve hiç çırpmadan sadece tamamen karışması sağlanıyor. Ben başta biraz endişelendim, "çırpmadan olur muymuş" diye ama tarifte "çok karıştırırsanız, sert muffinleriniz olur" diye uyardığından aynen burda yazdığı gibi yaptım. Ve sonuçta 12 adet yumuşacık muffinim oldu, ilk deneğim kardeşim çok sevdi.


Malzemeler şöyle;
2 1/2 bardak (350 grams) un
3/4 bardak (150 grams) şeker
1 paket kabartma tozu
1 çay kaşığı karbonat
1 çay kaşığı tuz
1 yumurta
3/4 bardak (180 ml) kefir
2/3 bardak (160 ml) sıvı yağ
2 çay kaşığı vaniya
2 bardak taze yada donmuş meyve


Büyük bir kapta un, şeker, kabartma tozu, karbonat, karbonat, vanilya ve tuzu karıştırın. Sonra meyveleri karışıma ekleyin. Ayrı bir kapta yumurta, kefir, yağı iyice karıştırın. Daha sonra sıvı karışımı, unlu karışıma ekleyip tahta bir spatula ile karışmasını sağlayın. Ama sadece güzelce karışsınlar, daha fazla çırpmamaya özen gösterin. Muffin kalıplarına karışımı yerleştirin. 190 C önceden ısınmış fırında 20dk pişirin. Yanında da güzel bir kahve yapın, hadi afiyet olsun :)



Zuhal

19 Mart 2007 Pazartesi

Kişiliğimizi Belirleyen 4 Temel Nokta - Devam

SORU 3:
A
Mantık ve prensip insanıyımdır
Açık sözlüyümdür
Prensip ve adalet benim için çok önemlidir
Gerektiği zamanlarda epey katı davranabilirim.
Hata yapanı kim olursa olsun eleştiririm
Kararlarımı mantık ve doğrular üzerine oturturum (objektifimdir).
Duygular mantık çerçevesini aşmamalıdır.
Bir kişiye baktığımda ilk gördüğüm şey, makul ve adil olup olmadığıdır.
Soğuk kanlıyımdır
Sevgimi çok fazla gösteremeyebilirim
İnsan ilişkilerinde, prensip ve adalet benim için çok önemlidir
Realistimdir, gerçekçi ilişkilere çekim duyarım.
Duygularım güçlüdür ama mantığım ağır basar.
Taşkın duygulara pek kapılmam.
İç dünyam, bir düşünce okyanusudur.
Kontrollüyümdür ve serinkanlıyımdır.
Mantıksız duygular elenmelidir.
Doğru olduğu müddetçe birşeyi söylemek adildir.
Adalet her zaman şefkatten önce gelmelidir.
Bazen şefkat adaletten daha öncelikli olmalıdır.
Kararsız kalınca, oturur mantıksal analiz yaparım (artılar nedir eksiler nedir? derim)
Yaptığım işe duygularımı karıştırmam.
Duygusuz yapılan hiçbir işi sevmem.

B
Duygu ve duyarlılık insanıyımdır
Eleştirilerimi genelde ima ve hissettirme yoluyla aktarırım
Uyum ve incelik benim için çok önemlidir.
Bazen sinirlensem de genelde çok şefkatliyimdir.
Hata yapanın özel durumunu anlamaya çalışırım.
Kararlarımı ilişkiler ve uyum üzerine oturturum (subjektifimdir).
Duygular gerektiğinde taşabilir.
Bir kişiye baktığımda ilk gördüğüm şey, sıcak ve sevecen olup olmadığıdır.
Sıcak kanlıyımdır
Sevgimi yoğun şekilde belli ederim.
İnsan ilişkilerinde, iyi geçinmek ve arayı bozmamak benim için çok önemlidir.
Romantiğimdir, sıcak ilişkilere çekim duyarım
Mantıklı birisiyimdir ama duygularım ağır basar.
Taşkın duygulara kapılabilirim.İç dünyam, bir duygu denizidir
Coşkulu ve hisliyimdir.
Duygularda mantık aranmaz; duygu, duygu olarak geçerlidir
Doğrular insanları kırmadan söylenmelidir.
Bazen şefkati adalete tercih etmeliyiz.
Kararsız kalınca, hislerime ve yüreğime kulak veririm.

SORU 4:
A

Çok iradeli ve kararlı biriyimdir.
Planlı proğramlı şekilde hareket ederim
Aldığım kararları çok gerekmedikçe değiştirmem
İşlerimi hep zamanında bitiririm
Düzenli ve planlı bir hayatım vardır
Evime gelenlerin mümkünse önceden telefonla haber vermesini beklerim
Vakit konusunda çok duyarlıyımdır.
Disiplinli bir insanımdır.
Değişimlere zamanla uyum sağlarım.
Kararsızlığa pek düşmem
Belli bir anda tek bir işe konsantre olurum.
İşleri bitirmekte çok dakikimdir.
Başladığım işi muhakkak bitiririm
Benim için bir işi BİTİRMEK esastır.
Bir işi bitirmezsem rahat edemem
Görev duygusu yüksek ve çok çabalayan biriyimdir.
Son tarihleri hiç kaçırmam
Önce görev sonra eğlence
Başta yaptığım bir plana sadık kalmaya çalışırım.
Teftiş konusunda yetenekliyimdir
Ciddi biriyimdir ve asla vurdumduymaz biri olamam.
Kurallar çok önemlidir ve onlara muhakkak uyulmalıdır.
Önceden günlük ve haftalık planlar yapıp onları takip ederim
Zamanı para gibi dikkatli bir şekilde harcarım.
Herşeyin en başta dikkatlice tanımlanmasını isterim.
Prensip önce gelir
Mesai saatleri düzenli işleri severim.
Seyahatlerimi önceden planlarım.
Olabilecekleri önceden muhakkak kestirebilmek isterim (tedbirli)
Disiplin herşeyin başıdır
Sıkı biriyimdir ve de sıkı ortamları severim.

B
Pek fazla iradeli olduğum söylenemez
Çok az plan yapıp işin gidişatına uyum sağlarım.
Kararlarımı duruma göre sık değiştiririm (çok esneğimdir)
Bazen bazı işlerim yarım kalabilir.
Planlı bir hayattan çok hoşlanmam.
Son dakika sürprizlerine bayılırım
Vakit konusunda alabildiğine rahat biriyimdir.
Çok rahat ve geniş bir insanımdır, sıkıştırılmaya hiç gelemem.
Değişimlere çok çabuk uyum sağlarım.
Bazen acayip kararsızımdır
Aynı anda bir sürü işi birden yapmayı tercih ederim.
Bazen işlerimi tam zamanında bitiremeyebilirim.
Bazen bazı işlerim yarım kalabilir.
Benim için bir işe BAŞLAMAK esastır
Bitirmediğim pek çok iş olabilir ve bu beni pek rahatsız etmez.
Akışına göre yaşarım, oldukça esnek ve rahat biriyimdir.
Son tarihleri bazen kaçırırım.
Eğlenerek çalışabiliriz.
İş ilerledikçe planlarımı duruma göre değiştiririm.
Teftişlerden çok hoşlanmam.
Gerektiğinde biraz vurdumduymaz olabilirim.
Kurallara uyulmalıdır ama gerektiğinde onlar esnetilebilmelidir.
Esnek planlarım vardır ve duruma göre davranırım.
Zamanı çok rahat bir şekilde harcarım
Herşeyin esnek ve ucu açık bırakılmasını tercih ederim.
Yararlılık önce gelir.
Mesai saatleri esnek ve ucu açık işleri severim.
Ani seyahat kararları almayı severim.
Bekle ve gör' anlayışına daha yakınımdır, önceden çok dert etmem.
Aşırı disiplinden hoşlanmam
Fazla sıkı ortamlarda acayip daralırım.
DEGERLENDiRME:
1. SORUNUN CEVABI A ISE DISADONUK BIRISINIZ B ISE ICEDONUK BIRISINIZ
2. SORUNUN CEVABI A ISE DUYUMSAYAN BIRISINIZ B ISE ICGUDUSEL BIRISINIZ
3. SORUNUN CEVABI A ISE DUSUNEN BIRISINIZ B ISE HISSEDEN BIRISINIZ
4. SORUNUN CEVABI A ISE YARGILAYICI BIRISINIZ B ISE ALGILAYICI BIRISINIZ
1. Dışa dönüklük-İçe dönüklük (Extraversion-Introversion): Bu kriter, bir kişi için enerji ifadesinin kaynağını ve yönünü temsil eder. Dışa dönük bir kişi, enerjinin kaynağını ve yönünü dış dünyada bulup, insanlar ve maddeler üzerine yoğunlaşırken, içe dönük bir kişi bunları iç kavram ve fikirler dünyasında bulur.
2. Duyumsama-İçgüdüsellik (Sensing-Intiution): Bu kriter, kişinin bilgiyi algılama metodunu tanımlar. Duyumsama özelliği fazla olan kişiler görme, duyma, tatma, dokunma ve koklama gibi beş duyularını daha fazla kullanırlar. İçgüdüsel yönü ağır basan kişiler kimi zaman altıncı his diye tanımladığımız, bilinç dışından gelen duyularla algılama yönü gelişmiş kişilerdir.
3. Düşünme-Hissetme (Thinking-Feeling): Bu kriter, kişinin bilgiye ulaşma şeklini gösterir. Düşünme kategorisindeki kişiler kararlarını mantık çerçevesinde ve objektif olarak alan insanlardır. Hissetme kategorisindekiler ise kararlarını hislerine dayanarak ve sübjektif olarak alırlar.
4. Yargılama-Algılama (Judging-Perceiving): Bu kriter, kişinin aldığı bilgileri nasıl zenginleştirdiğini tanımlar. Yargılama değeri yüksek insanlar, hayatındaki bütün olayları organize eden ve planlarına kesin bir uygunluk içinde hareket eden insanlardır. Algılama değeri yüksek insanlar ise, doğaçlamaya eğilimi olan ve alternatifleri kollayan insanlardır.
MBTI'de farklı kişilik tipleri bu kriterlerin değişik kombinasyonlarla bir araya getirilmesiyle oluşur. Her kişilik tipinin bir ismi ve formülü vardır.
Örneğin, Extrovert-Intuitive-Feeling-Perceiving kriterleri ENFP formülünü oluşturur. (Intuitive'in kısaltılmış hali olarak N yerine I kullanılmasının nedeni, I harfinin Introvert için kullanılıyor oluşudur.) Bu doğrultuda MBTI'de aşağıdaki tabloda gösterilen 16 kişilik tipi bulunmaktadır:
Duyumsama Tipleri İçgüdüsellik Tipleri
İçe dönükler ISTJ ISFJ INFJ INTJ ISTP ISFP INFP INTP
Dışa dönükler ESTP ESFP ENFP ENTP ESTJ ESFJ ENFJ ENTJ
Yukarida gorulen 16 tane kislik kisaltmalari bu 4 soruya gore bulunmaktadir ve bu harfler ingilizce kelimelerin kisaltmalaridir.
1. soru icin Extraversion-Introversion
2. soru icin Sensing-Intiution
3. soru icin Thinking-Feeling
4. soru icin Judging-Perceiving
Benim ESTJ çıktı. Şimdi bunu saygı değere google'a yazınca neler çıkıyor neler... Bakalım siz hangi kategoridesiniz ??
İyi haftalar
NİSAN

15 Mart 2007 Perşembe

Kişiliğimizi Belirleyen 4 Temel Nokta

Burada uygulanan analiz (Myers&Briggs) tarafından ortaya konulmuştur ve bu teste Myers&Briggs kişilik testi denilmektedir.Test sonuclarina inanamayacaksiniz ve bazi davranislarda neden oyle bir davranis sergilediginizi cok daha iyi anlayacaksiniz.Bu testte basarili sonuc elde etmek icin buraya koymus olduğum sorulari olmak istediginiz kisiyi degilde gercekte oldugunuz kisiyidusunerek cevaplandirmalisiniz.Birde dikkat etmeniz gereken nokta her soruyu cevaplandirirken sutunlari ayri ayri okumalisiniz yani A sutunundan bir veriyi okurken b sutunundaki veri ile karsilastirmamalisiniz.Bir cirpida A yi okuyup ve sonra bir cirpida B yi okuyup aninda birisine karar vermelisiniz;ancak boyle saglikli bir sonuc elde edebilirsiniz.simdi sorulara gecelim:

TEST YONERGESI:Dünyanın en çok kullanılan kişilik testi:Myers-BriggsAşağıda 4 soru vardır.Herbirinde A ya da B seçeneğini seçiniz.Her soruda önce A şıkkının tamamını bir çırpıda okuyunuz, daha sonra B şıkkını tamamen okuyunuz.Ve size hangisinin uyduğuna karar veriniz.Tek tek maddeleri düşünmek yerine A şıkkını bir fix menü, B şıkkını da ayrı bir fix menü olarak düşününüz ve ikisinden illa birisine karar vermek zorunda olsaydınız hangisini seçerdiniz, onu işaretleyiniz.
SORU 1:
A
Yüksek sesli düşünmeye yatkınımdır.
Gün içinde, düşüncelerden ziyade hep aktivite halindeyimdir.
Enerjim azaldığında, insanların arasına karışarak kendimi toplarım.
Genişlik benim için çok önemlidir
Yalnızlıktan pek hoşlanmam.
Sessizliğe pek katlanamam.
İlgi odağı olmaya bayılırım
Kalabalıktan ve gürültüden rahatsız olmam.
Genelde çok konuşurum.
Çok fazla düşünmeden konuşurum.
İş yaparken uzun süre konsantre olamam (dikkatim dağilabilir)
Coşkulu ve dışadönük biriyimdir, hiç yerimde duramam.
Konuşmaları sürükleyen genelde hep benimdir.
Bir şeyler yapmadan duramam.
Kendime gelebilmek için insanlarla konuşmaya ihtiyaç duyarım.
Çok konuşurum, çok gezerim, çok kişi tanırım
Sosyal bir toplantıdan sonra hemen başka aktivitelere geçebilirim.
Büyük gruplarla daha rahat çalışırım.
Çok kişiyle yüzeysel ilişki halinde olmayı tercih ederim.
Sosyal, dışadönük ve hareketli bir insanımdır.
Sınırlı sayıda aktiviteye katılan ve nisbeten içedönük bir insanımdır.
Uzun süre konuşmadan duramam.
Çok fazla hobim ve aktivitem vardır.
Pek çok işe el etarım.

B
Sessiz bir şekilde düşünürüm.
Gün içinde hayallere ve düşüncelere daldığım çok olur.
Enerjim azaldığında, yalnız kalarak kendimi toplarım.
Derinlik benim için çok önemlidir.
Yalnızlıktan çok hoşlanırım.
Gerektiğinde uzun süre sessiz kalabilirim.
İlgi odağı olmaktan hoşlanmam.
Kalabalıktan ve gürültüden rahatsız olurum.
Yalnızca gerektiğinde konuşurum.
Önce dikkatlice düşünür sonra konuşurum.
Kolay ve uzun süreli konsantre olabilirim.
Ölçülü ve nisbeten sakin tabiatlı biriyimdir.
Gerektikçe konuşurum.
Bazen yalnız kalıp enerjimi toplamam gerekir.
Kendime gelebilmek için yalnız kalmaya ihtiyaç duyarım.
Sınırlı konuşurum, sınırlı sayıda yer gezerim, ve sınırlı sayıda kişiyi tanırım.
Sosyal bir toplantıdan sonra, kendi içime dönüp bir süre yalnız kalmam gerekir.
Küçük ve orta çaplı gruplarla daha rahat çalışırım.
Sınırlı sayıda insanla derin ilişkileri tercih ederim.
Gerektiğinde uzun süre sessiz kalabilirim.
Az sayıda hobim ve aktivitem vardır
Az sayıda işi mükemmel yapmayı tercih ederim.

SORU 2:
A

Gözlem ve taklit yoluyla öğrenirim, somut biriyimdir.
Somut ve aşama aşama ilerlerim.
Gündelik hayatı esas alırım.
Somut ayrıntılara odaklanırım.
Pratik bir insanımdır.
Geçmiş tecrübelere dayanırım.
Geleneksel ilişkileri tercih ederim.
Problemlerde, geleneksel ve sağlam çözüm yollarını tercih ederim.
Metotlu bir insanımdır.
Sağ duyulu ve gerçekçiyimdir.
Değişimlerin yavaş olmasından yanayımdır.
Gündelik hayatın tam odağında yaşarım.
Somut olmayan şeylere kuşkuyla yaklaşırım.
Kitaplar yararlı konularda olursa daha çok tercih ederim.
Beni ancak somut veriler ikna eder.
Yararlılık, benim için hayattaki en önemli şeydir.
Gündelik işleri ve rutinleri hiç sıkılmadan yapabilirim.
El becerisi yahut somut yetenekler gerektiren işleri tercih ederim.
Ticaret, memurluk, yöneticilik veya somut öğretmenlik işlerini tercih ederim.
Geçmişe ve şimdiye odaklıyımdır.Ütopyalarla hiç işim olmaz.
Gündelik hayatta gayet dikkatliyimdir.

B
Teorik ve entelektüel biriyimdir.
İlham yoluyla atlamalı şekilde ilerlerim, sıradışı çözümleri tercih ederim.
Vizyoner ve olasılıklarla dolu biriyimdir.
Hep hayallerle doluyumdur.
Hayal gücünü esas alarak davranırım.
Sezgilerime dayanırım.
Sıradışı olanı tercih ederim.
Uçuk çözüm yolları peşindeyimdir.
Uzak ve yaratıcı bağlantılar ararım.
Beynim, konudan konuya atlar.
Benim için hayalgücü ve yenilik herşeydir.
Bazen radikal değişimlerden yanayımdır.
Soyut fikirler ve projeler beni daha çok çeker.
Beynimde binbir hayal ve düşünce uçuşur.
Kitapların esas görevi yarar değil, hayal gücünü harekete geçirmektir
Henüz ispatlanmamış olasılıklarla ilgilenirim
Yaratıcılık benim için hayattaki en önemli şeydir.
Gündelik işlerden ve rutinlerden hiç hoşlanmam, acayip sıkılırım.
Tasarım ve soyutlama gerektiren işleri tercih ederim
Medyada, üniversitede veya yazarlık alanında çalışmayı tercih ederim.
Gelecekle ve olasılıklarla ilgilenirim.Ütopyalar hep ilgimi çekmiştir.
Gündelik hayatta biraz dalgınımdır (Dalgın Profesör)

Soru 3 ve 4 ile bunlara dair açıklamaları bir sonraki gönderide açıklayayım.

NİSAN

13 Mart 2007 Salı

Das Leben der Anderen


Geçtiğimiz haftalardaki görkemli Oscar töreninde en iyi yabancı film ödülünü alan filmin adı bu... Türkçe çevirisiyle "Başkalarının Hayatı". Ben Alman yapımı bu filmi geçen cumartesi Kavaklıdere sinemasında izledim. IF'de kaçırdım diye üzülmüştüm ama neyseki bu hafta gösterime girdi de izleyebildik.

Filmden önce Kavaklıdere sinemasından bahsetmek istiyorum. Kavaklıdere sineması bana hep üniversite yıllarımı hatırlatıyor. Yeni nesil alışveriş merkezi sinemalarından (Ankamall, Armada..vb..) çok farklı. Daha eski, daha mütevazi, perdesi daha küçük, duygusal olacak ama daha sıcak. Güzel üniversite yıllarının film festivalleri geliyor aklıma bu sinemaya gittiğimde. İlk Almodavar filmini burda izlemiştim, "Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar". Uzun zaman olmuştu tekrar gitmeyeli. Bu arada o akşam beni en mutlu eden şey de filmden önce reklam izlememek oldu.

Film, 1973 doğumlu, genç yönetmen Florian Henckel von Donnersmarck'ın ilk uzun metrajlı filmi. Olaylar Berlin duvarının yıkılmasından beş yıl önce, 1984 yıllarında, Doğu Almanya'da geçiyor. Gizli polis örgütü Stasi görevlisi Gerd Wiesler, oyun yazarı Georg Dreyman ve sevgilisi tiyatro oyuncusu Christa-Maria Sieland'ın dünyasını 'dinleme'ye başlar, ama aynı zamanda onların dünyasında aşkla, edebiyatla, insan sıcaklığıyla tanışıp kendi hayatını, inandıklarını sorgulamaya başlar. Filmde bulunduğu mevkileri kötüye kullananları, tutkuları uğruna ihanet edenleri, herşeye rağmen sevenleri, hiç karşılık beklemeden iyilik edenleri, kısacası insana dair birçok şeyi bulabilirsiniz.

Daha fazla filmden bahsedip tadını kaçırmayayım. Ben filmi çok beğendim. Mutlaka gidin görün derim...


Zuhal

8 Mart 2007 Perşembe

Kadınlar Gününüz Kutlu Olsun!!!

İnternette dolaşan beğendiğimiz bir yazı... Tespitler çok yerinde, sahi biz kadınlar, neden bu kadar koşuyoruz?


Eskiden kadın olmak daha kolaydı. Kadınlar sadece evde olur, yemek yapar, cocuk bakarlardı. Sadece eşinin geliri düşükse kadın çalışırdı ve çalışan kadına acınırdı. Kadın çalışıyorsa, evine bakamayacağı düşünülürdü, zaten kadın bekarken calışıyor idiyse bile evlenince evinin kadını olurdu. 90'lı yıllara gelindiğinde kadın sadece evde olmak istemedi, artık calışmak ekonomik olarak özgürleşmek istiyordu.

Önce üniversite okumaya, sonra çalışmaya basladi. Bu kadının hoşuna gitmişti. Çalışıyor, istediği gibi harcıyor, geziyordu. Artık çalısan kadın evli olmak değil bekâr olup gününü gün etmek istiyordu. Yaşasın özgürlük... Çalısan kadın artık işkolik olmuştu, çalışıyor ve yükseliyordu. Zirveye ulaşmıştı. Birçok şirkette önce orta kademe, sonra üst kademe yönetici kadın oldu. 90'ların sonuna gelindiğinde şirketler yalnız ve işkolik 30 ' lu yaşlarında kadınlarla doluydu..

Bu çalışan kadına yetmedi, çıtayı biraz daha yükseltti. Artık hem evli, hem de başarılı çalışan kadın olmalıydı. Çalışan kadın etrafına bakındı. Başarılı, paralı koca adayları gözden geçirildi. Adaylardan kel, şişman ve kısa boylu olanlar hemen elendi. İnce ruhlu, şaraptan anlayan, 14 Şubat'ta müthiş sürprizler yapabilen, kimsenin bilmediği yerlerde başbaşa tatillere götüren, yaşamayı seven ve bol bol espiri yapanlar hemen kapışıldı. Yurt dışından gelinlikler getirtildi. Otellerde muhteşem düğünler yapılıp, Maldivler'e ya da Bali'ye balayına gidildi. Balayından sonra çalışan kadın hızla iş başı yaptı. Gündüzleri toplantıdan toplantıya koştururken artık akşam yemeğini de düşünmeye başlamıştı. Akşam ne yenmeli, nereye gidilmeli, eşinin gömlekleri, pantolanları ütülü mü, kıyafetleri kuru temizlemeciye gitti mi geldi mi, marketten alınacakların listesini çıkar, iş çıkışı git al, eve gel, akşam yemeğini hazırla....

Çalışan kadın artık mutluydu. Gece yatağı sıcacıktı.Üzülünce derdini paylaşan, hastalanınca ona bakan, ağlayınca destek olacak bir omuza, göz yaşlarını silecek şevkatli ellere sahipti. 15 saat koşturmak kadına vız geliyordu. Etraf bu şekilde koşuşturan, ev ile iş arası çift vardiya çalışan kadınlarla doluydu.

Zaman geçiyordu. Çalışan kadın 35'ine yaklaşıyordu.Biyolojik saati "be-bek, be-bek" diye uyarı vermeye basladı... Evet çalışan kadın hemen çığlıklar atmaya basladı "Bebek de yaparım kariyer de" diye... Calışan kadınlar hemen sosyetik kadın doğumcuların randevularını doldurdular. Çalışan kadınlar ajandalarına ve işlerinin temposuna uygun zamanı seçip hemen mikroenjeksiyonla bebek yapmaya başladılar. 1-2 ay sonra güzel haberler sırayla gelmeye başladı, çalışan kadınlar hamileydiler.

Çalışan kadın hem hamile, hem güzel olmak istedi. Hemen diyetisyenlere koşulup, özel hamile diyetleri alındı, bol bol kivi yenmeye baslandi. Eskisi gibi tatlı, turşu, börek, erik aserilmiyor, karpuz, kivi ve mango isteniyordu gecenin bir yarısı eşlerden.

Çalışan kadın çocuğunu eski usul büyütmeyecekti. Hemen onlarca hamilelik, bebek büyütme kitapları alındı, bir çok internet sitesine üye olundu, Yoga ve anne-baba kurslarına yazılındı.

Çalışan hamile kadın artık gün gün takip ediyordu bebeğinin gelişimini. Bugün 43. gün, bebeğim üzüm tanesi gibi... 59. gün, parmakları oluştu.... 89. gün, bugün ilk defa hıçkırdı... 210'uncu günden sonra artık bebeğin matematik zekasının artması için Mozart dinletilecek...

Sonunda mutlu gün geldi. Calışan kadın artık anneydi. 3-4 aylık izinden sonra calışan kadın öldürücü diyetlerle zayıflayarak incecik bir şekilde işbası yapmıştı.

Artık başarılı bir yönetici, iyi bir eş ve anne olarak 24 saat çalışıyordu. Bebek büyüdükçe, sosyalleşmesi için çalışan kadın cumartesilerini çocuğuna ayırdı. Artık tüm anneler topluca etkinliklere katılmaya başladılar. Yaş günü partileri, tiyatrolar, piyano dersleri, basketbol, tenis ve yüzme kurslarının biri bitiyor, diğeri başlıyordu.

Çalışan kadına bu da yetmedi. Artık hem çalışıyor, hem iyi bir eş olmaya gayret ediyor, hem de annelik yapıyordu. Çalışan kadın çıtayı bir kez daha yükseltti. O artık evinde katkısız, sağlıklı ekmekler, reçeller yapmalı, organik gıdalarla, vitamini bol sebze yemekleri hazırlamalı, çocuğuna ve eşine özel günlerde pastalar yapabilmeli, bu pastaları çok güzel süsleyebilmeliydi. Bütün çalışan kadınlar yemek yapma kurslarına koşmaya başladılar.

Evlerine ekmek yapma makinaları aldılar, toplantı aralarında birbirlerine yemek tarifleri vermeye başladılar, "Dün nefis bir çavdarlı ekmek yaptım, istersen tarifini vereyim" "Ben de hafta sonu harika bir pasta yaptım. Evdekiler bayıldı. Bir akşam gelin de size de yapayım" Bakalım çalışan kadın bundan sonra çıtasını nereye yükseltecek?

Gelelim erkeğe... Bu süreç içerisinde çalışan erkek ise çıtasını hiç yükseltmedi. 80'lerde, 90'larda ve 2000'lerde hep TV izliyor, bira içiyor ve maça gidiyordu...

6 Mart 2007 Salı

Saklıfest

Ankara'nın sayılı rock festivallerinden Saklıfest bu Çarşamba başlıyor. Ben bu seneki programı çok tuttum, rock deyince akla gelen isimlerin büyük bir kısmı var. Program şöyle;

Saklıfest 1.Gün Programı (07 Mart 2007 Çarşamba 19:00)

  • Teoman
  • Pamela
  • Rashit

Saklıfest 2.Gün Programı (08 Mart 2007 Perşembe 19:00)

  • Özlem Tekin
  • Vega
  • Malt

Saklıfest 3.Gün Programı (09 Mart 2007 Cuma 19:00)

  • Seksendört
  • Emre Aydın
  • Bertuğ Cemil

Saklıfest 4.Gün Programı (10 Mart 2007 Cumartesi 19:00)

  • Ogün Şanlısoy
  • Hayko Cepkin
  • Çilekeş

Saklıfest 5.Gün Programı (11 Mart 2007 Pazar 18:00)

  • Feridun Düzağaç
  • Yüksek Sadakat
  • Yeni Harman
  • Kaotik

Ankara'da yaşayıp da Saklıkent'i bilmeyen yoktur herhalde ama ben yine de tarif edeyim. Saklıkent, Kızılay'dan Esat'a çıkan Akay Caddesi hatta bilinen adıyla Akay yokuşu üzerinde... Bilet fiyatları gecelik 22 YTL, kombine bilet fiyatı ise 85 YTL. Kapıda 25 YTL. Eğer biletimizi 20 Şubat'a kadar almış olsaydık gecelik 17 YTL, kombine 65 YTL ödeyecektik... Benim en çok gitmek istediğim akşam Perşembe akşamı. Özlem Tekin'i de Vega'yı da dinlemeyi çok istiyorum ama malesef o gün başka bir sözüm olduğundan muhtemelen gidemeyeceğim. Ama mutlaka bir akşamımı bu güzel organizasyona ayırmak istiyorum... Konser izlenimleri dönüşte... Şimdiden herkese iyi eğlenceler,bol müzikli günler...

Zuhal

5 Mart 2007 Pazartesi

Hepimiz Faklıyız, önce bunu kabul edelim mi ?

Biz farklı boyutlarda ve şekillerdeyiz.Hepimizin güçlü ve zayıf olduğu alanlar var.

Birimiz için doğru olan şey diğerimiz için doğru olmayabilir.

Bazı şeyler benim için çok önemliyken, senin için bir anlam ifade etmeyebilir.

Ve bazen senin yaptıkların benim için önemli olmayabilir.

fakat, hepimiz birbimizi anlamak istiyoruz ve biririmizle iyi geçinmek istiyoruz,Çünkü aynı dünyada yanyana yaşıyoruz.

Biliyorum sizden benim istediklerimi istemenizi bekleyemem.

iz aynı insanlar değiliz, ve hiç bir zaman aynı şeyleri aynı şekilde görmeyeceğiz.

Benim kendi düşünce ve duygularım var,senin gözünde bunlar bana uygun olsa da olmasa da.

Kendi kişiliğim hakkında daha çok öğrendikçe ve başkalarının kişiliklerini, kendi zayıflıklarımı ve güçlülüklerimi daha iyi anlayabilirim.

Kendi kişiliğimi geliştirebilir, diğer kişilerden beklediklerimi yeniden gözden geçirebilirim, kendimi tanımak ve hedeflerime ulaşmak için kendimi daha iyi tanıyabilirim.

Peki benim kişilik tipim nedir ? Kişilik tipleri nelerdir ?

2 Mart 2007 Cuma

MECNUNUM LEYLAMI GÖRDÜM...

Ne zaman anlamayan gözlerle baksa karşıdaki, hemen bir örneğe sarılıyoruz. Bildiğimiz kelimeler iki kişi arasında bile aynı anlama gelmiyor. Hal böyle iken bile biz birbirimizle anlaşıyoruz, beraber yaşıyoruz, arasıra kafa göz kırılıyor ama olsun o kadar ! Ve yine yıllar varki, hemen bir hikaye giriyor tasvire, bir masal giriyor... Üzerinde düşünmesi daha kolay olan, akla karanın daha baştan biraz belli olduğu. Bu istek ve beklenti içindeyken okumuştum "Leyla ile Mecnunun" hikayesini. Daha doğrusu "Leyla ile Kays'ın" hikayesini. Mecnun, Leyla'nın aşkından divane olduktan sonra takılmış bir lakaptır. Her masal güzel biter diye başladığım bu masal hiç de öyle bitmemişti.


Fuzuli'nin mesnevisinde tüm detayları ile anlatılan bu güzel masal, beklenen gibi olmamıştı işte. Bana hep anlatılanlar gibi değildi, bir terslik vardı. Öyle olmasa aklımda kalır mıydı ? Sanmam. Nasıl sonu mutlu filmlerin adını bilmiyorsam, bu masalı da bilmez ama hayal meyal hatırlardım. Bunu hiç unutmadım. Her filmin sonunda bir yanım kavuşacaklar derken, diğer yanım Leyla dedi, Mecnun dedi.





Aradan yıllar geçti. Atlas dergisinin bir sayısında Leyli Çölünün fotoğrafını koymuşlardı. Hayalini kurduğum çöl bu değildi, aslında burası çöl müydü ? Uzun süre bunun şokunu atlatamadım. Bu hikaye bildiğim herşeyi yıkıyordu. Ama herşeyi... Atlas dergisi yayıncıları yine yapacaklarını yaptılar ve 2007 takviminin Ekim ayı fotoğrafını da şu an Afganistan sınırları içerisinde bulunan Leyli Çölünğn fotoğrafı olarak seçtiler. Şimdi siz karar verin ? Burası çöl mü? Bu anlatılanlar masal mı ? Birşeyler biraz ters değil mi ?
NİSAN

1 Mart 2007 Perşembe

YANDIM Kİ NE YANDIM...


Ben bu filmi herkes anlattım. İlk fırsatta anlattım, ellerim havada, gözlerim parlayarak ve herkes anladı. Gözlerim öyle bir parlamış olmalı ki, herkesin yüzünde bir gülümseme ve şaşkınlık kaldı. Bakalım yazıda da aynı başarıyı yakalayabilecek miyim ?
Film 1918'de İstanbul delikanlısı bir külhan ile başlıyor. Devlet, politika işlerine karışmayan arkadaşımız: Kenan İmirzalıoğlu. Yazı Tura'da tam not verirken, yönetmen Uğur Yücel'in etkisi vardır diye düşünmüştüm. Ama bu filmden sonra anladım ki, bu eleman olmuş. Oyunculuksa oyunculuk, ve Türkiye'de yapılabilecek en doğru şeçim yapılmış. Siz de onunla beraber gülüyor, onunla beraber yaralanıyor ve onunla beraber şaşırıyorsunuz. Kadın oyuncusu ise tam bir fiyasko, ucuza maletmek adına kiralanmış bir güzel kadın portresinden öte değil. Halbuki, buraya bir Nurgül Yeşilçay veya Başak Yerlikaya nasıl güzel gidermiş. Duyguyu verebilecek bir güzel kadın simasına hasret kaldık filimde. Bizim delikanlı, nasıl güzel oturmuş karakterine, nasıl olmuş anlatmam. Uzun zamandır hiç bir filmde kendimi kaybedip, ışıklar sönünce hayata dönmemiştim. Bunları hale hissediyor olmam, bir sorun olmadığını, olanın ise çekilen filmlerden olduğunu gösteriyor. Filmin etkisi halen devam ediyor, gözlerimi kapayınca bir külhan nasıldır, İstanbul delikanlısı nedir ? O bildiğimiz, nostaljik olan bordo fes nasıl takılır ? Osmanlı tokatı nedir ? Nasıldır ? Bildiğimizi düşündüğümüz bütün kavramlar şekillerle örnek verilerek gösteriliyor. Yüce Mevlam beni yanlış zamanda göndermiş desem, Kenan'ı kaçırmış olacağım. İki arada bir deredeyim. Değinmeden geçilemeyecek bir karakter ise Mustafa Kemal. Evet henüz Atatürk değil ve yapılan makyaj, yüz ifadeleri bence olması gereken gibiydi. İlk gördüğümde önce hayrete düştüm, sonra elimde olmadan takdir ettim. Gerçekten çok emek verilmiş.


Sizde Osmanlı hayranlığı varsa, padişah-sultan ve salsanatı merak edenlerdenseniz, saray ziayretlerinde gözlerinizi kapatıp eski zamanları düşünenlerdenseniz, size güzel bir seda bırakacaktır.


Filmin bir diğer etkisi ise liseden bu zamana hayranlık duymadığımdır. Evet tekrar bir karşı cinse hayran olabildim. Bunu tekrar hissettirdiği için Kenan İmirzalıoğlu'na teşekür etmek farz oldu. Hani o zamanlarda posterini alıp asmak istersiniz, duvarı mahvettiği için izin vermezlerdi ya... Neredeyse asacağım posterini. İnternette biraz aradık taradık tabi bu kadar ilgiden sonra. Arkadaş Best Model yarışması ile gündeme geliyor. Deliyürek ile kalplere taht kuruyor ve gerisi zaten geliyor. Yaklaşık her film, dizide adil, delikanlı ve haksızlığa karşı tavırları öyle çok sinmişki, sanki gerçekte öyle sanıyorsunuz. Ama yorumlar ve tanıyanlar öyle demiyor. Mesela artist olacağım, manken olacağım diye eğitimini bırakmamış.Karı kız ile televole piyasaasına girmemiş. Vizyon sahibi olmasında bence bununda büyük bir etkisi var. Ekşi sözlükte bir kaç arkadaş Kenan İmirzalıoğlu ile ilgili düşünce ve duygularıma tercüman olmuş. İçlerinden en beğendiğim ile yazmayı bırakıyorum, daha gidip salyalarımı sileceğim :))
" Ve Allah erkeği yarattı ... "


NİSAN

24 Şubat 2007 Cumartesi

Tavuğu yeniden sevdiren Kremalı-Mantarlı Tavuk Tarifi


Tavuk sevdiğim ancak şu kuş gribi vakalarından sonra fazla yemediğimiz, yediğimizde ise kullanılan yemlerdenmidir bilmem, ağzıma suni, plastik tadı veren bir besin oldu. Izgarada, teflonda farklı şekillerde, değişik baharatlarla bu tadı değiştirmeye çalıştımsa da sonuç aynı oldu; yine o ne yediğimi anlayamadığım, tatsız tuzsuz, sakız çiğner gibi yediğim et, ta ki bugün size vereceğim tarifi deneyene kadar. Çok pratik ve bir o kadar da leziz bir tavuk tarifi, ve yıllar sonra ilk kez “evet, budur” dedirtti bana. Malzemelerimiz şöyle:

-6 parça tavuk göğsü veya kemiksiz tavuk kalçası
-3 ince ay şeklinde ince kıyılmış kuru soğan
-1 paket (400 gr.) mantar
-3 yemek kaşığı zeytinyağı
-3 limon suyu
-1 küçük paket (100gr.) çiğ krema
-1 tatlı kaşığı tozşeker
-tuz, karabiber, (isteğe göre 1 çay kaşığı köri),kırmızı biber


Bu malzemelerin hepsini derin bir borcam veya fırın kabında karıştırıp yerleştirin. Üstünü limon dilimleriyle süsleyip 200C fırında 45-60 dakika kızarmasına göre pişirin.

Bu pişirme süresinde çıkan koku sizi mest edecek, pişmesini beklemek azap olacak. Krema ve limon karışımı tavuğa gerçekten çok farklı bir tat veriyor. Denerseniz yorumlarınızı bekliyorum. Afiyet Olsun.

Daha farklı tavuk tarifi bilen, deneyen var mı?
CEREN

23 Şubat 2007 Cuma

Ankara'nın en iyi balıkçısı - Kalbur

Hep duyup gitmek istediğim ama bir türlü gidemediğim bir balıkçı vardı Ankara'da. Çeşitli yerler tarafından yapılmış Türkiye'nin en iyi balıkçıları, meyhaneleri, mezecileri listesinde ilk üçe girmiş, mütevazi ortamında harika deniz ürünleri sunan bir restoran... Sonunda geçen hafta küçük bir sürprizle kendimi Oran çarşısında buldum. Kalburun girişi beni çok şaşırttı, çarşının en alt katında küçücük bir köfteci gibi bir restoran. İçerisi oldukça basit dekore edilmiş, masalar, tabaklar, peçeteler oldukça sade. Kapıdan girer girmez bizi karşılayan beyefendinin buranın ünlü sahibi Mehmet Bey olduğunu anlamak zor olmadı. Mehmet Bey, bizi 2 kişilik küçük bir masaya aldı. İçerisi oldukça küçük, 40–45 kişilik. Burada kredi kartı geçmiyor ve rezervasyonsuz yer bulmak mümkün olmuyor. Biz perşembe akşamı gitmiş olmamıza rağmen neredeyse tüm masalar doluydu.

Mezeler gerçekten inanılmaz lezzetliydi. Yediğimiz her şey çok özeldi, ahtapot salata dışındakilerin benzerini daha önce hiç yememiştim. Karidesi çok sevdiğimden, sipariş ettiğim neredeyse her şeyin karidesli olduğunu ancak yerken fark ettim. Karides böreği, içine karides konulmuş kalamar dolma, bildiğimiz kadayıfın içine sarılmış karidesler çok lezzetli ve özeldi. Salatada ve diğer tüm yemeklerde sızma zeytinyağı kullanılmış. Yanında beyaz şarap aldık ama sonradan fark ettim ki bizim dışımızda herkes rakı içiyordu. Daha önceden Mehmet Bey ve eşi hakkında birçok şey okumuş olduğumdan, içeriye girdiğim andan itibaren bizi ne zaman azarlayacak diye korkarak bekledim. Bir ara ben çok doyduğumdan durakladığımda Mehmet Bey gelip yiyemediğim için bana takıldı. Mezeler sırasıyla, biri bitince diğeri geliyor. Yani birini bitiremeyen sıradaki mezeyi yemeye hak kazanamıyor. Mezelerle çok doyduğumuzdan ve midemin köşesinde kalmış küçük boşluğu meşhur kabak tatlısına ayırmaya karar verdiğimden, balıkların tadına bakamadım. Bir dahaki sefere daha az meze alıp, o zaman da balık yemeye karar verdim. Dondurmalı kabak tatlısı şimdiye kadar yediğim en değişik ve lezzetli kabak tatlısıydı, küçük doğranan kabaklar tahinle fırınlanmış, yanına dondurma da çok yakışmıştı. Fiyatlar oldukça pahalı ama ödediğiniz parayı kesinlikle hak eden şeyler yiyebiliyorsunuz. Lüks, servis, gösteriş sevenler için değil Kalbur. Sade bir mekanda lezzetli deniz ürünleri yemek isteyenler için ise kesinlikle tavsiye ederim.
Zuhal

22 Şubat 2007 Perşembe

Pepper Mill

Burası bir restoran ve cafe. Pepper Mill- Çayyolu. Içeri girdiğinizde, kırmızının sıcaklığı ve beyazın sadeliği sizi bir anda vuruyor. Oldukça şık ve ama abartılı değil, modern bir hava hakim. Kaliteli bir mekan, akşamları ve haftasonları oldukça dolu oluyor, hatta televiayonda gördüğünüz ünlü yüzlere de rastlamanız mümkün.. Farklı oturma yerleri var, bir klasik masa-sandalye grubu, bir de “boot” lardan oluşan bölüm. Tavandan sarkan cam balonlar ve içlerini dolduran renkli cam objeler romantik bir ambiyans yaratıyor, duvarlardaki değişik makarna tiplerinden oluşan saydam kutular ilginç (bunları çok sonraları farkettim). Yiyeceklere gelince modern kafelerde bulunan salatalar, et çeşitleri, pizzalar ve tatlılar var menüde. Porsiyonlar normal büyüklükte. Buraya geldim mi kesinlikle pizza yiyorum, herbiri ayrı güzel. Kullanılan malzemeler kaliteli olduğundan ortaya çıkan yemeklerde çok lezzetli. Tatlılara gelince benim favorim bademli krem brule ve browni. Yazın bahçeyi de açıyorlar, elmalı, taze naneli, zencefilli buzlu limonatasına doyum olmuyor. Akşamları ise içki çeşitleri mevcut. Fiyatlar Arjantin caddesi café’lerinden daha uygun.
Eğer hem midenize hem de göz zevkinize hitap eden hoş bir akşam geçirmek istiyorsanız Pepper Mill’ i kaçırmayın derim. Çayyolu ve Emek olmak üzere 2 şubesi var. Akşam kalabalık grupla gidecekseniz rezervasyon yaptırmakta yarar var (tel: 241 22 23).
CEREN

21 Şubat 2007 Çarşamba

Levent Yüksel Konseri- IF Performans Hall

Onu uzun yıllar önce tanımaya başladık.Romantik romantik "geeelll yatağıma geelll" diye bağırıyordu. Tabi ben ozamanlar daha yeni yetme kız, anlamıyorum bu adam ne diyor diye. Sonraları aşkı öğrenince daha bir anladım Levent Abimizi. 1964 doğumlu olduğunu bilmiyorsanız söyleyeyim hemen, belki sizinde abinizdir. Son albümü ise biz kadınların adını kullanmış olsada demek istediği bu şarkıları kadınlar yorumladı, şimdi bir de erkek yorumlarını dinleyin. Sezen'den Aşkın'a, Nilüfer'den Özlem Tekin'e kadar geniş bir kadın yelpazesi var. Bunları Levent Abimden de dinledik, beğendik. Hatta Ankara'ya gelmiş dediklerinde bir adım yerimizden yükseldik. Sonra ertelendi. Aslında geçen perşembe canlı canlı dinlemiş olacaktık. Bilmeyenlere tekrar hatırlatalım, IF performans hall'da 22 Şubat'ta sahne alacak. Konserin 22'de başlayacağı söylüyor. Ama ben İstanbullu sanatçıları biliyor isem 24'den önce çıkmaz diyorum. Masada yer istiyorsanız 25YTL, ayakta ise 20 YTL. Benim budünlerde Ankara'da gördüğüm uçuk konser fiyatlarına göre çok makul.Cuma günü yarı açık gözlerle biligisayar başına geçer, çalışmaya çalışır yine. Bu son albümdeki şarkılar şöyle :
Şarkı Söz: Müzik: Seslendiren:01 Ayrılmam Sezen Aksu Garis Parios Aşkın Nur Yengi02 Beni Benimle Bırak Mehmet Teoman Cenk Taşkan Nükhet Duru03 Beni Unutma Sezen Aksu Onno Tunç Sezen Aksu04 Yalnızlığım Mehmet Teoman Vedat Sakman Zuhal Olcay05 Deli Kızım Uyan Sezen Aksu & Şebnem Ferah Şebnem Ferah Şebnem Ferah06 Dargın Değilim Sezen Aksu Fahir Atakoğlu Sertab Erener07 Ya Sonra Fikret Şeneş Vito Pallavici Ajda Pekkan08 Unutama Beni Şen Diriker Şen Diriker Esmeray09 Haram Geceler Adnan Ergil Adnan Ergil Nilüfer10 Yazmamışlar Özlem Tekin Özlem Tekin Özlem Tekin11 Yoksun Sen Aysel Gürel Sinan Bökesoy Asya12 Aşk Defteri Fikret Şeneş Anonim Ayla Dikmen
Size konser performansını konserden sonra iletirim. Biz grup olarak gideceğimiz için gerçekten eğleneceğimizi düşünüyorum. Belki karşılaşırız :)



NİSAN