24 Şubat 2007 Cumartesi

Tavuğu yeniden sevdiren Kremalı-Mantarlı Tavuk Tarifi


Tavuk sevdiğim ancak şu kuş gribi vakalarından sonra fazla yemediğimiz, yediğimizde ise kullanılan yemlerdenmidir bilmem, ağzıma suni, plastik tadı veren bir besin oldu. Izgarada, teflonda farklı şekillerde, değişik baharatlarla bu tadı değiştirmeye çalıştımsa da sonuç aynı oldu; yine o ne yediğimi anlayamadığım, tatsız tuzsuz, sakız çiğner gibi yediğim et, ta ki bugün size vereceğim tarifi deneyene kadar. Çok pratik ve bir o kadar da leziz bir tavuk tarifi, ve yıllar sonra ilk kez “evet, budur” dedirtti bana. Malzemelerimiz şöyle:

-6 parça tavuk göğsü veya kemiksiz tavuk kalçası
-3 ince ay şeklinde ince kıyılmış kuru soğan
-1 paket (400 gr.) mantar
-3 yemek kaşığı zeytinyağı
-3 limon suyu
-1 küçük paket (100gr.) çiğ krema
-1 tatlı kaşığı tozşeker
-tuz, karabiber, (isteğe göre 1 çay kaşığı köri),kırmızı biber


Bu malzemelerin hepsini derin bir borcam veya fırın kabında karıştırıp yerleştirin. Üstünü limon dilimleriyle süsleyip 200C fırında 45-60 dakika kızarmasına göre pişirin.

Bu pişirme süresinde çıkan koku sizi mest edecek, pişmesini beklemek azap olacak. Krema ve limon karışımı tavuğa gerçekten çok farklı bir tat veriyor. Denerseniz yorumlarınızı bekliyorum. Afiyet Olsun.

Daha farklı tavuk tarifi bilen, deneyen var mı?
CEREN

23 Şubat 2007 Cuma

Ankara'nın en iyi balıkçısı - Kalbur

Hep duyup gitmek istediğim ama bir türlü gidemediğim bir balıkçı vardı Ankara'da. Çeşitli yerler tarafından yapılmış Türkiye'nin en iyi balıkçıları, meyhaneleri, mezecileri listesinde ilk üçe girmiş, mütevazi ortamında harika deniz ürünleri sunan bir restoran... Sonunda geçen hafta küçük bir sürprizle kendimi Oran çarşısında buldum. Kalburun girişi beni çok şaşırttı, çarşının en alt katında küçücük bir köfteci gibi bir restoran. İçerisi oldukça basit dekore edilmiş, masalar, tabaklar, peçeteler oldukça sade. Kapıdan girer girmez bizi karşılayan beyefendinin buranın ünlü sahibi Mehmet Bey olduğunu anlamak zor olmadı. Mehmet Bey, bizi 2 kişilik küçük bir masaya aldı. İçerisi oldukça küçük, 40–45 kişilik. Burada kredi kartı geçmiyor ve rezervasyonsuz yer bulmak mümkün olmuyor. Biz perşembe akşamı gitmiş olmamıza rağmen neredeyse tüm masalar doluydu.

Mezeler gerçekten inanılmaz lezzetliydi. Yediğimiz her şey çok özeldi, ahtapot salata dışındakilerin benzerini daha önce hiç yememiştim. Karidesi çok sevdiğimden, sipariş ettiğim neredeyse her şeyin karidesli olduğunu ancak yerken fark ettim. Karides böreği, içine karides konulmuş kalamar dolma, bildiğimiz kadayıfın içine sarılmış karidesler çok lezzetli ve özeldi. Salatada ve diğer tüm yemeklerde sızma zeytinyağı kullanılmış. Yanında beyaz şarap aldık ama sonradan fark ettim ki bizim dışımızda herkes rakı içiyordu. Daha önceden Mehmet Bey ve eşi hakkında birçok şey okumuş olduğumdan, içeriye girdiğim andan itibaren bizi ne zaman azarlayacak diye korkarak bekledim. Bir ara ben çok doyduğumdan durakladığımda Mehmet Bey gelip yiyemediğim için bana takıldı. Mezeler sırasıyla, biri bitince diğeri geliyor. Yani birini bitiremeyen sıradaki mezeyi yemeye hak kazanamıyor. Mezelerle çok doyduğumuzdan ve midemin köşesinde kalmış küçük boşluğu meşhur kabak tatlısına ayırmaya karar verdiğimden, balıkların tadına bakamadım. Bir dahaki sefere daha az meze alıp, o zaman da balık yemeye karar verdim. Dondurmalı kabak tatlısı şimdiye kadar yediğim en değişik ve lezzetli kabak tatlısıydı, küçük doğranan kabaklar tahinle fırınlanmış, yanına dondurma da çok yakışmıştı. Fiyatlar oldukça pahalı ama ödediğiniz parayı kesinlikle hak eden şeyler yiyebiliyorsunuz. Lüks, servis, gösteriş sevenler için değil Kalbur. Sade bir mekanda lezzetli deniz ürünleri yemek isteyenler için ise kesinlikle tavsiye ederim.
Zuhal

22 Şubat 2007 Perşembe

Pepper Mill

Burası bir restoran ve cafe. Pepper Mill- Çayyolu. Içeri girdiğinizde, kırmızının sıcaklığı ve beyazın sadeliği sizi bir anda vuruyor. Oldukça şık ve ama abartılı değil, modern bir hava hakim. Kaliteli bir mekan, akşamları ve haftasonları oldukça dolu oluyor, hatta televiayonda gördüğünüz ünlü yüzlere de rastlamanız mümkün.. Farklı oturma yerleri var, bir klasik masa-sandalye grubu, bir de “boot” lardan oluşan bölüm. Tavandan sarkan cam balonlar ve içlerini dolduran renkli cam objeler romantik bir ambiyans yaratıyor, duvarlardaki değişik makarna tiplerinden oluşan saydam kutular ilginç (bunları çok sonraları farkettim). Yiyeceklere gelince modern kafelerde bulunan salatalar, et çeşitleri, pizzalar ve tatlılar var menüde. Porsiyonlar normal büyüklükte. Buraya geldim mi kesinlikle pizza yiyorum, herbiri ayrı güzel. Kullanılan malzemeler kaliteli olduğundan ortaya çıkan yemeklerde çok lezzetli. Tatlılara gelince benim favorim bademli krem brule ve browni. Yazın bahçeyi de açıyorlar, elmalı, taze naneli, zencefilli buzlu limonatasına doyum olmuyor. Akşamları ise içki çeşitleri mevcut. Fiyatlar Arjantin caddesi café’lerinden daha uygun.
Eğer hem midenize hem de göz zevkinize hitap eden hoş bir akşam geçirmek istiyorsanız Pepper Mill’ i kaçırmayın derim. Çayyolu ve Emek olmak üzere 2 şubesi var. Akşam kalabalık grupla gidecekseniz rezervasyon yaptırmakta yarar var (tel: 241 22 23).
CEREN

21 Şubat 2007 Çarşamba

Levent Yüksel Konseri- IF Performans Hall

Onu uzun yıllar önce tanımaya başladık.Romantik romantik "geeelll yatağıma geelll" diye bağırıyordu. Tabi ben ozamanlar daha yeni yetme kız, anlamıyorum bu adam ne diyor diye. Sonraları aşkı öğrenince daha bir anladım Levent Abimizi. 1964 doğumlu olduğunu bilmiyorsanız söyleyeyim hemen, belki sizinde abinizdir. Son albümü ise biz kadınların adını kullanmış olsada demek istediği bu şarkıları kadınlar yorumladı, şimdi bir de erkek yorumlarını dinleyin. Sezen'den Aşkın'a, Nilüfer'den Özlem Tekin'e kadar geniş bir kadın yelpazesi var. Bunları Levent Abimden de dinledik, beğendik. Hatta Ankara'ya gelmiş dediklerinde bir adım yerimizden yükseldik. Sonra ertelendi. Aslında geçen perşembe canlı canlı dinlemiş olacaktık. Bilmeyenlere tekrar hatırlatalım, IF performans hall'da 22 Şubat'ta sahne alacak. Konserin 22'de başlayacağı söylüyor. Ama ben İstanbullu sanatçıları biliyor isem 24'den önce çıkmaz diyorum. Masada yer istiyorsanız 25YTL, ayakta ise 20 YTL. Benim budünlerde Ankara'da gördüğüm uçuk konser fiyatlarına göre çok makul.Cuma günü yarı açık gözlerle biligisayar başına geçer, çalışmaya çalışır yine. Bu son albümdeki şarkılar şöyle :
Şarkı Söz: Müzik: Seslendiren:01 Ayrılmam Sezen Aksu Garis Parios Aşkın Nur Yengi02 Beni Benimle Bırak Mehmet Teoman Cenk Taşkan Nükhet Duru03 Beni Unutma Sezen Aksu Onno Tunç Sezen Aksu04 Yalnızlığım Mehmet Teoman Vedat Sakman Zuhal Olcay05 Deli Kızım Uyan Sezen Aksu & Şebnem Ferah Şebnem Ferah Şebnem Ferah06 Dargın Değilim Sezen Aksu Fahir Atakoğlu Sertab Erener07 Ya Sonra Fikret Şeneş Vito Pallavici Ajda Pekkan08 Unutama Beni Şen Diriker Şen Diriker Esmeray09 Haram Geceler Adnan Ergil Adnan Ergil Nilüfer10 Yazmamışlar Özlem Tekin Özlem Tekin Özlem Tekin11 Yoksun Sen Aysel Gürel Sinan Bökesoy Asya12 Aşk Defteri Fikret Şeneş Anonim Ayla Dikmen
Size konser performansını konserden sonra iletirim. Biz grup olarak gideceğimiz için gerçekten eğleneceğimizi düşünüyorum. Belki karşılaşırız :)



NİSAN

20 Şubat 2007 Salı

Feryal Öney Konseri


Feryal Öney adı birçoğunuz için yabancı olabilir. Feryal, Kardeş Türküler grubunun solistlerinden biri dersem belki daha tanıdık olacaktır. Bu inanılmaz sesli, güzel insan geçtiğimiz günlerde "Bulutlar Geçer" adlı solo bir albüm çıkardı. Anadolu’nun konar-göçer Türkmenlerinin ezgilerinin yer aldığı albüm tabiki Kalan Müzik'ten çıktı. Albümde Neşet Ertaş, Ali Ekber Çiçek,Musa Eroğlu bestelerinin yanında, "Aynalı Körük" gibi geleneksel türküler de bulunmakta.

Geçen hafta de bu albümün ilk konserinde Feryal Öney'i dinleme şansını yakaladım. Feryal, Neşet Ertaş türkülerini çok güzel bir şekilde seslendiriyor. Kardeş Türküler'in Bahar albümünde Yanıyorum türküsünü Neşet Ertaş'la birlikte söylemişti, bu albümde de Neşet Ertaş'ın dokunaklı türküsü 'Hata Benim'i birlikte söylüyorlar. Konserdeki türkülerin yarısı Neşet Ertaş türküleriydi. Albümün ilk konseri olması dolayısıyla Feryal oldukça heyecanlıydı, orkestra şahaneydi. Orkestrada Kardeş Türkülerden tanıdık simalar vardı. Çok güzel bir konserdi, bitiminde uzun süre ayakta alkışladık. Konser Migros Sanatolia sahnesindeydi. Bu sahneye ilk gidişim. Sahneyi beğenmedim, ortalıkta kablolar var, havalandırma çok kötü. Bir ara şarkının ortasında Feryal'in mikrofonu gitti. Neyseki coşkulu izleyicilerin türküye devam etmesiyle türkü söylendi. Salon dolu değildi. Bu küçük salonun bile dolu olmadığını görünce 'gerçekten sanatla uğraşan insanların' aslında ne zor şartlar altında bunu yaptıklarını düşünmeden edemedim. Ama iyiki böyle güzel insanlar, böyle güzel işler yapıyorlar da bizi onları dinleme/izleme zevkinden mahrum bırakmıyorlar...
Zuhal

19 Şubat 2007 Pazartesi

Hayatı Yaşamak ve Albay'ın Karısı

Salı günü işten çıktım ve halen şantiye durumunda olan bulvardan Akün sahnesine kadar yürüdüm. Evet kışın ortasında yürüdüm. Havayı sorarsanız bahardan kalmaydı. Salon oldukça doluydu ama aralarda olan boşluklar, gelemediklerini dökülmüş diş gibi gösteriyordu. Oyun başladı. İlk perdede olayları ve kararkterler tanıdık. Yaklşaık 20 kişi var ve esas olarak 3 ana karakter mevcut. Bana istenileni tam olarak verilememiş gibi geldi. Özette söylendiği gibi hayatın derdi tasasına rağmen yaşamanın güzel olduğunu ben tam olarak anlamadım. Ama farklı kişilerin farklı anlardaki hayatların kesitleri ve bunların nasıl kesiştiğini görmek güzeldi. Her ne kadar bu oyuna tam puan veremesem de, müzikleri hazırlayan kişiye tam puan vermek gerekir.

Gelelim ikinci oyuna Albay'ın Karısı. Uzun zamandır gitmeyi düşünüyordum ve sonunda bilet aldım. Öyleki 2006 sezonunda oynamaya başladı. Öyle yer olmadığından değil benim gidemeyişim, tamamen üşenme ve planlamama hatası. Oyun Küçük Tiyatro'da. Şubat ayı içerisinde 20,21,22,23,24 ve 25 tarihlerinde oynuyor. Oyunun özeti: Olaylar hiç kimsenin taburcu edilmediği, savaşın hüküm sürdüğü bir bölge hastanesinde geçer. Bulgar toplumunun ya da Balkanların bir minyatür modeli olarak algılayabileceğimiz 6 numaralı bu koğuşta, konuşmamaya yeminli Külkedisi'nden her duyduğunu belleğine kazıyan Fero'ya, sağır Dede'den okur-yazarlığı olmayan Bratoy'a kadar uyumsuz oldukları ölçüde gerçek olan oyun kişileri vardır... Yazar "Albayın Karısı" nda hayalin/düşün/sanının insan varoluşunun temel dayanağı olduğu düşüncesini ele alıp işler.Gelen yorumlar ise olumlu, sonunda kendim gidip göreceğim.

NİSAN

18 Şubat 2007 Pazar

PAZAR AKŞAM KEYFİ

Radyo ne zamandır beri hayatımın ortasında ? Ben de bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ise iş yaparken, yolda gelirken, yürüyüş yaparken her zaman bir yerlerde açık. Ancak ilgimi çekmeyen bir şarkı var ise kanalı değiştiriliyor. Zaman zaman bir albüm, bir liste dinlesem de radyo başka bir şey benim için. Pazar günü hafta sonunu bitirirken de benim için çok keyifli saatlerin detayı oluyor. Fakat bu pazar ilginç bir şey keşfettim. Pazar akşamları bütün radyolar birbirleri ile yarışırcasına eski şarkıları içeren, nostaljik öğeler ile süslenmiş programlar yapıyorlar. Ben genelde bunlardan bir tanesini dinliyordum. Bu sefer biraz gezindim ve fark ettim ki, bu programlardan bir sürü varmış. Hem de hepsi aynı saatlerde. El insaf ! diyerek ben yine kendi programımı dinlemeye devam ettim.

Olcay Tanberken'in sunduğu Tamba Tumba. Saat 20-22 arasında radyo Viva'da. Bilmeyenler için hemen hatırlatayım İstanbul 90.1 Ankara 93.6 İzmir 105.5 Adana 101.4 Antalya 103.8 Balıkesir 94.7 Bodrum 102.9 Bursa 90.1 Denizli 93.7 Eskişehir 93.3 Gaziantep 105.8 Kayseri 94.6 Kocaeli 102.9 Konya 106 Marmaris 89.7.

Tamba Tumba, Ajda Pekkan'ın şarkılarından tutun filmlerden duymaya alışık olduğumuz şarkılar ziyafeti sunuyor. Bununla kalmayın, radyonuzun frekansını biraz oynayarak diğer programları da dinleyebilirsiniz.

Mesela Radyo On'da Erol'la yakamoz programı pazar günlerini 1960'lı yıllardan günümüze kadar tazeliğini koruyan altın plaklara ayırmış.

Sonra Mete Güçlü, Sarı Tramvay ile Radyo Time'da. Radyo time frekansı Ankara için 91.2. Sarı Tramvay tam bir nostalji programı, her hafta geçmişten bir zamanı ele alıyorlar. Ele alınan zamana dair çok farklı bilgiler sunuyor. O tarihte Nişantaşı'ndaki ev fiyatları ile Moda'daki ev fiyatları farkından tutunda modaya, sinemaya kadar çok çeşitli bilgiler veriyor.

Geçmişe küçük bir yolculuk için size de tavsiye ediyorum.
NİSAN

16 Şubat 2007 Cuma

Seda Pastane Bistro

Ankara'da bir bistro modasıdır gidiyor. Önce Çukurambar Liva Bistro açıldı,son olarak da Seda Pastanesi mahallemizde bir bistro açtı. Biz de 'Seda Pastane Bistro'yu merak edip geçen haftalarda Nisan ve Ceren'le oraya gittik.Ulaşımı benim için çok rahat.İşten ya da evden 10-15 dk.

Önünde park yeri kısıtlı, ben yer bulamadığımdan anahtarı görevliye verdim.3 katlı, oldukça büyük bir yer. Kaç kişilik kapasitesi olduğunu yazamıyorum,çünkü bu konuda kestirim yeteneğim hiç yok. İlk katı pastane, benim gördüğüm kadarıyla oturacak yer yok, sadece satış yapılıyor. Biz ikinci katta oturduk, masa ve sandalyeler rahat ve güzel.Üçüncü kat asma kat olduğundan ikinci katın bir kısmının tavanı oldukça yüksek. Benim gibi yüksek tavan sevenler için çok ideal.

Kızlarla otururken bistro kelimesinin anlamını merak ettik. Sonradan internette biraz araştırdım. Sanki bizim pastaneler bu kelimeyi yanlış kullanıyorlar. Wikipedia bu konuda diyor ki; Bistro, uygun fiyatlı, küçük yemeklerin sunulduğu, mütevazi ortamı olan, küçük restoranlara verilen isim. Bistrolar özellikle Paris'te bulunuyor. Kelimenin kökeni Fransızca'ya Ruşça'dan geliyor. Fransızca'dan da diğer dillere yayılmış.

Ben Fettucini Alfredo sipariş ettim, beğendim. Tatlı yemedik, dolayısıyla tatlılar, pastalar hakkında yorum yapamayacağım. Menü oldukça zengin, yiyecek içecek aklınıza ne gelirse bulabileceğiniz bir yer. Canlı müzik çalan bir grup vardı o akşam,ama gürültüsüz, kısık sesli, yemeğinize eşlik edecek hafif bir müzik. Biz hafta içi iş çıkışı buluştuğumuzdan sanırım hiç kalabalık değildi.Hatta çok az masa doluydu. Fiyatlar ucuz değil, çok pahalı da sayılmaz, Liva Bistro ya da Bilkent ayarında...

Genel olarak beğendik,en yakın zamanda 'brunch'a gitmeyi istiyoruz.Sahi Ankara'da en iyi brunch nerededir?


Zuhal

15 Şubat 2007 Perşembe

TANGO SEVENLERE ÇAĞRI

Ankara kış aylarında alışık olduğu gibi dans gecelerine devam ediyor. Bunlardan bir tanesi hem dans hem de konser.Tango+ tarafından organize edilen etkinlik 17 Şubat 2007'de Mydonose Plaza'da, saat 21'de tango gecesi başlayacak. 22'de ise Tango+ konseri başlıyor.

2005 yılında kurulan grup 4 enstrümancı ve 2 volaklisten oluşuyor.Klasik dönem Arjantin Tango müziklerinden ve günümüz (Nuevo) Tango müziklerine kadar geniş bir repertuara sahip. Bu geniş repertuarda Anibal Trolio,Osvaldo Pugliese, Fransisco Canaro gibi klasik dönem bestecilerinden Astor Piazzolla, Pablo Ziegler gibi bestecilerin de eserleri bulunmaktadır.

Biletler 25 YTL olup, herhangi bir oturma düzeni yoktur. Ön sıralarda yer almak istiyorsanız ve o muhteşem dansları yakından takip etmek istiyorsanız erken gitmenizde fayda var. Nisan sen niye izliyorsun diyenlere hemen cevap vereyim,bilmiyorum ki, bilemiyorum ... Biletler için Shine Dans'dan Murat Gürmen'e ulaşabilirsiniz. Murat Gürmen'e ulaşmak için 312 213 20 89 veya 532 315 95 46 telefonları kullanabilirsiniz. Herkse bol tangolu geceler ve günler, hatta bol danslı eğlenceli keyifli...

NİSAN

not: Tango+ internet sitesi http://www.tangoarti.com/



14 Şubat 2007 Çarşamba

Bugün 14 Şubat!


Bugün 14 Şubat neşe doluyor insan! (23 Nisan şiiri gibi oldu..)
Evet biri yok hayatımda, evet istiyorum olmasını..Sevgilim olsada olmasada, bu 14 Şubat aldatmacasına kapılmayı düşünmüyorum yine de..neden mi, işte açıklıyorum:
Öncelikle neden ben sevgilim olması durumunu; dünyanın (kendi toplumumun bile değil) tamamen tüketimi artırma amacıyla kutlamamı zorlamasını kabul edeyim? Yani adamlar hadi bugün “öpüşme günü, öpüşün biree insanlar, ama öpüşmeden öncede birbirinize pahalı hediyeler alın haa sonrada pahalı yemekler yiyin” dedi mi sorgulamadan kutlayacak mıyız? Bunu toplu sünnetlere benzetiyorum, “hadi gelin biraraya, keselim hepinizi ucundan acık” der gibi bir durum bu..Nerde “seçim hakkımız”, nerde “private life”? Demezler mi “Güzel diyosunuz da bugün ben modumda değilim, bu "özel birşey iki kişi arasında", bugün öpüşme günü, sevgililer günü anlamlı değil benim için, herkes yapıyor diye ben yapmak zorunda değilim..”..

Ayrıca, neden ben sevgilimi veya sevgilim beni yılın 1 günü hatırlayıp, “Aa seni çok seviyormuşum, bunu söylemem gerekiyormuş bugün ..Hatta sana bir de hediye almam gerekiyormuş” deyip, aşkı ve sevgiyi böylesi gereksiz kalıp ve davranışlara sokayım? Aşk öyle birşeyki, "özel" olmalı iki insan için, içinden gelmeli insanın, içinden taşmalı hergün..her an başını döndürmeli, spontane sürprizlerle dolu olmalı ayaklarını yerden kesecek, yılın her günü farklı şekillerde kutlanmalı heyecanla; birgün çok sıcak bir sarılışla, diğerinde derin ve ihtiraslı bir öpücükle, bir diğerinde düzinelerce gülle belki, hatta belki göz yaşlarıyla birisinde; ama daima heyecanla, ve “içten gelen isteyişle”, asla başkalarının dayattığı şekilde ve sadece "1 gün için" değil, toplu sünnetler gibi...

Ben derim ki, sevgiliniz sizin için önemliyse ve hayatınızın vazgeçilmezlerindense, ozaman aşkınız da öyle olmalı, 14 Şubat kafilesine katılmayacak kadar "özel ve değerli"...
CEREN

13 Şubat 2007 Salı

Kolay, Pratik Yüz, Saç Bakımı..

Bu aralar doğal bakıma sardırmış durumdayım..eee yaş kemale eriyor (yok o kadar da umutsuz değil durum..), biraz dikkat etmek, zamanın bıraktığı izleri hafifletmeye calışmak gerek yavaş yavaş..bikaç formül denedim.Zeytinyağı ve limon cok faydalı temel malzeme bakımda..Yüzümü sabahları temizlemek için bal-limonsuyu karışımını kullanıyorum, birkaç dakika bekleyip ılık suyla temizliyorum ve sonrasında nemlendirici krem sürüyorum..Yüzünüz ışıl ışıl duru bir görünüm alıyor..Limom suyu renk açıcıymış, yüzdeki lekeler için faydalı..Ayrıca bazı sabahlar, kırışıklıklar ve yüzü toparlamak için ayva çekirdeğini suda bekleterek elde ettiğim(buzdolabında 1-2 gün beklettikten sonra oluşuyor) jölemsi sıvıyı tonik niyetine krem öncesi yüzüme sürüyorum..Saçlar icin yaptığım zeytinyagi, elma sirkesi, çam terebentin damlalarından oluşan solüsyonu pamukla yedirdim, 15-20 dakika bekledikten sonra temizledim. Bu solüsyona yumurta katmayı da öneriyorlar..saçlarım bayagi yumuşadı, saç derim sanki çok susamıştı da su içerek rahatladı gibi hissediyorum, dökülmelerde farkedilir derecede azaldı..Sizin de paylaşmak istediğiniz, duyduğunuz, denediğiniz bakım formülleri var mı?? Önerilerinizi bekliyorum..
Arada sırada bakmak lazim..hem vücuda...hem icimizdeki küçük çocuğa...
CEREN

12 Şubat 2007 Pazartesi

Hayatı Yaşamak- Tiyatro


Ankara'da kış gelmişse biraz kabuğunuza çekilme zamanı gelmiştir. Evde veya kapalı mekanlarda buluşmalar, hızlı müzikler, asık suratlar çevrenizi sarmış demektir. Herkes size, eve giderken ayaklarına takılan gereksiz şeylermişsiniz gibi davranırlar. Oysa neden havanın soğuk olması, üşüyen ellerimiz veya burnumuz değil. İşte böyle aylarda eğlenmek, öğrenmek adına gidilen aktivitelerden birisi tiyatro. Ankara'dda yaşamanın farkını burada hissedebiliriz, eee hep büyük şehir kahrı nereye kadar ? Ben bu hafta, Devlet Tiyatrolarında sahnelenen Hayatı Yaşamak oyununa gidiyorum. Oyun 13,14,15,16,17,18 Şubat tarihlerinde Akün Sahnesinde sergilenmete. Oyunun özeti :
"Ömrünce yaşamın keyfini çıkarmaya bak ki, dünyanın ıstırap ve kederine tuz biber ekmektense, o sonsuz zevklerine ve gizemine gülümseyebilsin"

Banada enerjimi yukarı seviyeye çıkaracak bir katalizör gerekiyordu. Umarım bu oyun bana bu etkiyi yapar :))

9 Şubat 2007 Cuma

Ankara'dan Küçük Bir Kaçış

Değişmeyen büyük şehir yaşamında tek hedefim tatilim. Nasıl daha iyi geçer, neler yapmalıyım ? nereye gitmeliyim ? ne yemeli ve neler almalıyım ? Bu düşüncelerle gezinirken, bundan yaklaşık üç yıl önce kendime kısa tatiller hediye edebileceğim bir dergi ile kaşılaştım. Atlas. Bilmeyen duymayan yoktur herhalde. O zamandan beri her ayın ilk haftası altası alıp, kahvemi alıp bir yolculuğa çıkarım. Bu bazen bir dağda kurt avlamak olur, bazen küba sahilleri olur, bazen Göreland, bazen Afganistan... Ama her ay bu yolculuklar beni yeniler, kendime getirir ve keşfemediğim gidemediğim yerler içinde biraz vicdan azabı çekmeme neden olur.



Bu ay atlasın konuları şöyle:

- Afganistan: Leyla ile Mecnun (Hikayenin tekrarının, yönetimin kurallarından dolayı olmadığını hüzünle öğreniyoruz)
- Kış Şarkısı: Gölbaşı (Kuşların, bir adım ötemizde nasıl kendilerini ifade ettiklerini görüyoruz)
- Asya'da İlk Durak : Endenozya (Hakan Öğe tek başına çıktığı Dünya Turunda artık Asya'da)
- Sinan'ın Köprüleri (İstanbul'dan Edirne'ye kadar Koca Sinan'ın köprüleri)
- Dalyan (Köyceğiz yakınlarında bulunan ve balıkçılığın geliştiği yerlerden biri)

Bunlar ile beraber Mimar Sinan'ın İstanbul'da bulunan eserleri ve bunlarla ilgili açıklamaların olduğu poster ve Atlas 2006 yılı CD'si hediye ediliyor.

Sizde küçük bir kaçamak yapmak isterseniz, Atlas ekibi size seve seve yardım edeceklerdir.

NİSAN

Ebru Sergisi Macerası ve bir Cuma akşamı

Geçen hafta Nisan'la Cuma akşamı için ebru sergisine gitmeyi planladık. Nisan Arkadaş kitabevinin aylık çıkardığı kültür-sanat rehberinde gördüğü bir ebru sergisinden bahsetti. Maceramız böyle başladı. Cuma sabahı serginin kaça kadar açık olduğunu öğrenmeye çalışırken o serginin aslında bir hafta sonra başlayacağını öğrenmemiz bizi yıldırmadı, başka bir ebru sergisi daha bulduk.Nenehatunun en başlarında bir yerlerde Çanka restoranın içinde bir ebru kursunun sergisi. Hem restoranda olduğu için nispeten daha geç saatlere( 8-9'a) kadar açık olacaktı, sevindik rahat yetişiriz diye.

Akşam 7.30 gibi buluşmayı kararlaştırdık. Ben öğleden sonra işten izinli olduğumdan, saat 4 gibi Ankamall'e gittim, klasik mağaza ziyaretleri (Park Bravo, İpekyol, Koton, Journey, Polo Garage) yanında birkaç mağazaya daha bakındım.Kendime Koton'dan ve Journey'den birer bluz aldım. Daha sonra Ankamall'den çıkıp Cuma akşamının o korkunç trafiğinde yaşadığımız zorlu yolculuğun ardından neyseki sağ salim Çanka restoranı bulduk.

Çanka Restoran dışardan hos görünüyor.3 katlı. Her katı ayrı bir restoranmış gibi hizmet veriyor anladığım kadarıyla.Serginin 3.katta olduğunu girişteki afişten gördük,3.kata doğru çıkmaya başladık. İkinci kat oldukça şık görünüyordu. İçerde canlı müzik vardı. 3.katın girişinde ise ağzına kadar dolu bir vestiyer ve kapıda turkuaz elbiseli bir bayan ve turkuaz kıravat&mendilli bir bay bizi karşıladı.İçerde ebruların altında oturan kalabalıktan ve kapıda gördüğümüz çiftten sonra sadece birbirimize baktık ve güldük. İçeride bir nişan kutlaması vardı.Kısa bir süre kapıda durup ebrulara ağlamaklı bir şekilde baktıktan sonra aşağı inmekten başka bir seçeneğimiz olmadığı konusunda anlaştık.Bunun üzerine kızlarla biryere gidip oturmaya karar verdik. Arjantin Caddesine dolaylarında bir süre park yeri aradıktan sonra ara sokaklardan birinde park yeri bulduk. Önüne park ettiğimiz dükkan benim uzun süredir merak ettiğim Gift & Gourmet House'miş.Saat akşam 9.30-10.00 dolaylarında olduğundan çoktan kapanmıştı. Ama böylece en azından yerini öğrenmiş oldum. Daha sonra yağmurlu bir Ankara akşamında dört kız keyifli bir akşam için Kuki Hause'a doğru yürüdük.



Kuki Hause her zamanki gibi oldukça kalabalıktı, bir süre kapı girişinde balkonvari bölümdeki masalarda oturduktan sonra önce kapının iç tarafındaki masaya, sonra da asıl yerimiz olacak kenar masalardan birine transfer olduk ve siparişlerimizi verdik. Her zamanki gibi konudan konuya atladık; Çekingenlik, girişgenlik, çekingenliklerimizi yenmek, ve tabi ki erkekler, konunun bir şekilde erkeklere geliyor olması :) Oldukça keyifli bir sohbetti. Benim küçük tiramisumun minicicik gelmesi bile o akşam tadımı kaçıramadı. Baileys Capuccino aldım yanında, ama normal capuccino ile arasında hiç bir fark yoktu. Tiramisu vasat,kahvenin kendisi orta ama sunumu güzeldi. Elvan'ın aldığı "Şemsettin Usta Tatlısı" oldukça başarılıydı. Buranın klasik tadlarından olan bu tatlıya kek görümlü sufle diyebiliriz. İçinden sıcacık çikolata akan birşeyin güzel olmaması mümkün mü? 'Kuki Hause'ın masalarını pek beğenmedik, daha zevkli, özenli olabilirdi. Adı Kuki olduğundan ortaya minik bir kuki tabağı gelebilirdi, ya da menü de farklı kukiler olabilirdi. Genel olarak yemek,servis,ortam bence ortanın üstünde değildi.

Dışarı çıktığımızda kar başlamıştı bile, güzel bir Cuma akşamının ardından, yavaş yavaş yağan karı pencereden izleyerek eve geldim (arabayı Elvan kullanıyordu tabi:)). Kar öyle güzel yağıyordu ki, evde de bir süre pencere kenarına oturup izlemeye devam ettim...
Zuhal

8 Şubat 2007 Perşembe

PAUL'de Kız Kıza

Dün kız kıza oturup bir güzel kaynattık, erkekler, hayat, hobiler, sıkıntılar..Emek’te Paul’deyiz..Buraya ilk gelişim yıllar önceydi, yurda yeni dönmüştüm, böyle hoş bir Fransız kafesine gelmek çok sürpriz olmuştu..Daha sonra pekçok kereler buraya gelip kafamı dinlediğim olmuştur..

Çaylarımızı ısmarlıyoruz, bol limonlu, sıpsıcak... malum kar, kış nezleyle savaşıyoruz..Kızlardan birisi erkek arkadaşından ayrılmış, biri erkek arkadaş arıyor..ben mi? Ben bunların arasında bir yerlerde, aramakla, bulamamanın umutsuzluk gidiş gelişlerindeyim..Yaş kemale erdi de ondan mı bilmiyorum bazen insan gerçekten hayatta nerde durduğunu bilemiyor..konuşuyoruz, konuşuyoruz geldiğimiz nokta hep aynı: birey olarak mutluluğu yakalamanın yollarını bulmak..bizi alıp götürecek, hayata bağlayacak, aklımıza gelince heyecan duyacağımız birşeylerin olması hayatta..bu belki fotoğraf çekmek, belki film izlemek, yemek yapmak, dağa tırmanmak, belki uçuk bir fikirle işinden ayrılıp bir cafe açmak..ama öyle birşey olmalı ki “birisi” olmadan da keyif almayı sağlamalı, bir bağ kurmalı seninle akan zaman arasında..kendini ifade etmeni, belki daha iyi anlamanı, içinde ki o küçük kızı ortaya çıkartmalı..O küçük kız koşmalı, oynamalı, eğlenmeli, gülmeli, şakalaşmalı, düşmeli, ağlamalı, ama hep ayağa kalıkıp koşmaya,oynamaya devam edebilmeli..
Burada favorim çilekli tart ve kiş..Paul yıllar boyunca çok el değiştirmiş olsa da sunum hep aynı: kiş hafif ısıtılır, yanında taze, hardal, zeytinyağlı soslu yeşilliklerle servis edilir..Bu sosun tarifini çıkartmaya çok çalıştım ama birtürlü aynı tadı tutturamadım..Tart ise herzaman lezzetli, meyveler iri ve gösterişli dayanabilmek mümkün değil..Dışarıda kar atıştırıyor, haftaya başlamadan kafa dağıtmak için sinemaya yol alıyoruz..”Kanlı Elmas”..Leonardo abimiz fena değil ama biraz fizikten kaybediyor Afrikalı beyaz genci canlandırıken, iri zencilerin yanında..Ama filmden çıkınca, cahil ve aç insanların isyancı haline getirilmesinin aslında nasılda kolay olduğu daha kolay anlaşılıyor...Bir kez daha elimdekiler için şükür ediyorum..
CEREN

7 Şubat 2007 Çarşamba

CAZ GECESİ

Ankara'da Caz severler için kaçırılmayacak bir konser. Hakan Aysev ve Leyla Çolakoğlunun birlikte sahne alacakları gece ODTÜ Kültür Kongre Merkezinde. Ajandanıza not etmeyi sakın unutmayın. Konserin ilanını ise şöyle:

"22 Şubat 2007 / Perşembe günü Kültür ve Kongre Merkezi Kemal Kurdaş Salonu'nda saat 20:00'de Opera sanatçıları Leyla Çolakoğlu ve Hakan Aysev tarafından Bilkent Üniversitesi Jazz Departmanı şefi Janusz Szprot eşliğinde Jazz Night Konseri gerçekleşecektir.
Bilet Ücretleri :
Tam : 10 YTL / Öğrenci : 5 YTL
Bilet Satış Yerleri : ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi Bilet Satış Ofisi ve http://www.biletix.com/ "

Diyelim ki caz ile aranız çok yok, ama ısınma turlarındasınız. O zaman size Hakan Aysev'den biraz bahsedeyim.

Hakan Aysev: Dünyaca ünlü (bir biz bilmiyoruz :) türk tenor kendisi. 10 ocak 1968'de ankara'da doğdu.
1981-82 döneminde ankara devlet konservatuvarı'na girdi.
1987'de viyana uluslararası 6. belvedere şan yarışması'nda "en genç şarkıcı" ödülü alarak finale kaldı ve "wiener kammeroper"de kapanış konserine katıldı.
1988'de mezun olduktan sonra viyana'ya gitti. aynı yıl mozart'ın "cosi fan tutte" operasındaki "ferrando" rolü ile avusturya, hollanda ve almanya'da turne yaptı.
1989 yılının temmuz'unda salzburg festivali'nde, hellbrunn sarayı'nda ernst marzendorfer yönetiminde haydn'ın "acis ve galatea", offenbach'ın "les bavardes" operalarında başrolleri seslendirdi. eylül'de viyana devlet operası'nda "opera stüdyosu"na girdi. aralık ayında viyana devlet operası'nda r.strauss'un "rosenkavalier" operasındaki tenor rolü ile debüt yaptı.
1990'da viyana devlet operası'nın kadrolu sanatçısı oldu ve "samson ve dalila", "aida", "fidelio", "lohengrinn", "la traviata" operalarında rol aldı. bu arada lucciano pavarotti'nin öğrencisi oldu.
1991-92 sezonunda koblenz devlet operası'na angaje oldu. mozart/idomeneo "idomeneo", smetana/satılmış nişanlı "hans", auber/fra diavolo "fra diavolo", verdi/il trovatore "manrico", la traviata "alfredo", gounod/faust "faust", leoncavallo/i pagliacci "canio", beethoven/fidelio "florestan" rollerini üstlendi.
1992'de katia ricciarelli ile opera-gala konseri verdi.
1995'den beri darmstadt devlet operası'nın kadrolu elemanıdır. burada verdi/rigoletto "duka", puccini/tosca "cavaradossi", janacek/katia kabanova "boris", verdi/macbeth "makduff", alban berg/wozzec "tambour major" rollerini üstlendi.
1997'nin mart ayında norveç'te rigoletto, ağustos'ta fransa'da carmen operalarında sahneye çıktı.sanatçı bugüne kadar düsseldorf, basel, texas (austin), bern, mannheim, aachen, heilderberg operalarında misafir sanatçı olarak görev almıştır.
TRT-INT müdavimlerinin görmeye alışık olduğu bir kişidir. İnternet adresine ulaşmak için tıklamanız yeterli.
Daha çok caz haberleri iletmek üzere, mutlu kalın
Nisan