30 Nisan 2007 Pazartesi

Yeni Oyun

İnternette oyun oynayan ve camialara dönüşen gruplardan olmadım hiç. Ben en fazla niyet tutup solitare baktım. Hangi bilgisayarınızın Programlar -- Oyunlar -- Solitiare kısmı varya ondan. Geçen senelerde ogame denilen internetten uzaylar savaşı yapılan akşamda il il organizasyonu yapılan siteye üye olup, bir iki uydu gezegen bende oluşturdum. Sonra baktım olmuyor bıraktım. Bilişim işi ile ilgili olup çevrede olan olaylara da ilgisiz kalamıyorum. Öğle aralarında üçer beşer toplanıp, kelime üreten grupları farketmemekde ayrı bir olay zaten. Neymiş deyip birinin yanına oturuyorum bildiğiniz scarble, ama türkçe ve online. Sadece türkçe sracble (wordabula) değil, sağdan sola kelime avı ve değişik bir sürü kelime oyunları. www.oyunus.com. Ben ve çevremdekiler en fazla wordabulayı tuttuk.




Davetiye ile üye olunuyor. Bende var isteyin gödereyim. Wordabulaya girince 4 mahalle var. Mahallelerde oyun masaları isteyen kişi tarafından açılıyor. İsterseniz sadece online olan arkadaşlarınızla oynarsınız, isterseniz masanıza gelen yabancı ile :)) Masa açılırken çeşitli seçenekler var. Herkes masaya oturabilir-sadece davet ettiklerim; 1-2-3 kişilik masa; 30sn-60sn veya istenilen kadar düşünme ve yazma süresi; taş bitene kadar veya X limitine kim önce gelirse. Oyun oynanan platformda çeşitli ekstre puan alma yöntemleri var. Harfin iki, üç, dört katı.. Kelimenin iki, üç, dört katı gibi.


Ben çok fazla oynamadım. Bizimkilerle oynuyoruz öğlen daha çok. Yalnız ben de hiç istemediğim bir etki yaptı. Sabahları uyanmak üzere, o geçiş anında kelime dizmeye çalışıyorum... hecelerin başlarını tamamlıyor, kelime bulmaya çalşıyorum... eskiden 4-5 saat tetris oynadığımda gözümü kapatınca bloklar yapardım, bu biraz ona benzedi. Ama ben 1 saat bile kalmıyorum başında. Bilinç altım oyunu pek sevdi. Ama ben bu halimden pek memnun değilim. Sanırım bırakacam bu oyunu :))


NİSAN

20 Nisan 2007 Cuma

Ankara'da yaşamayı istiyorum...


Bu aralar hiç yazamaz oldum, ne yapıyorum hiç anlayamadan, günler, haftalar hatta aylar akıp gidiyor...Bahardandır diyorum, herşeyi baharı yoruyorum bu ara :)

Biraz gecikmeli olarak İstanbul gezimi anlatayım, çektiğim bir kaç fotoğrafı da paylaşayım.



İstanbul güzel sehir, bunu hep biliyordum ama bu sefer ben bir süre daha Ankara'da yaşamak istedigimi ve bu İstanbul'da yasamak istemedigimi anladim. Çoook zorsun İstanbul, çok.

Evet Besiktaş'tan Sarıyer'e uzanan sahil şeridi çok güzel, Nişantaşı çok Avrupai, Eminönü'nün o kalabaligi başımı döndürüyor, Taksim'in kozmopolitligini çok seviyorum, Galata kulesinden gördüğüm İstanbul'a aşık oluyorum ama....

Bir kere daha anladim ki, benim zamanım çok kıymetli, hayatını saat saat planlayan biri için yollarda geçirilen uzun saatler dayanılmaz. Evet en önemlisi bu herhalde, trafikte geçirilen zaman, bu sürede elimin kolumun bağlı olduğunu hissetmem.

Diğer en önemli sorun da kendimi İstanbul'da çok güvensiz hissetmem. Çantama sarılarak yürüyorum, her an başıma birşey gelecek gibi hissediyorum. Ben bunun üstüne gidip, gereksiz evham yaptığımı düşünsem de her gidişimde birşeyler oluyor ve ben yine gü-ve-ne-mi-yo-rum. Geçen sene 4 gün İstanbul'da kalıp Roma'ya geçecektim. O hrsızlıklarıyla ünlü Roma'ya indiğimde derin bir oh çektim, kendimi güvende hisettim. Gerçi Roma'nın gönlümdeki yeri apayrı, onu başka bir sefere anlatayım ama yine de insanın başka bir ülkede, hem de İtalya'da, kendini kendi ülkesinde olduğunda daha güvende hissetmesi trajıkomik geliyor bana. Bu sefer de kaldığım otelin 50m aşağısında bir kadın terörist 4 kilo bomba ile yakalandı :( Neyse ki kimsenin burnu bile kanamadı.

İstanbulda yaşayacaksam eğer;

* Bir yerden baska bir yere gidişin, haftanın farklı günlerinde ya da günün farklı saatlerinde yarım saat ile 2 saat arasında değişebilecek olmasına alışmalıyım.

* Eğitimin planlandığından 1 saat önce bitmesi hiç bir sey ifade etmiyor İstanbul'da, çünkü o sürede 1 saat kantinde servis beklemek zorundayım.

* Ya da 1 saat Pier Loti'de oturmak için 4 saatimin yollarda geçmesini kanıksamaliyim.

* Hafta içi kültür sanat yaşamının tamamen bitmesini, Ankara'da haftada bir olan konser-tiyatro etkinliklerimin İstanbul'da ayda bire düşmesine alışmalıyım.

* Yolu uzatmaya çalışan taksicilere, uzattığınız para 10 YTL bile olsa sahte mi diye güneşe tutan şoförlere alışmalıyım.

...

Bu liste böyle uzaar gider...

Bu sefer çok zor geldi bana İstanbul, çok yordu beni. Yetti bana İstanbul, fazla geldi, evime Ankara'ya dönmek istedim.

Bizim kendimizi teselli ettigimizi düsündüğüm, 'Ankara'da yasayip, Istanbul'da gezilir' sözünün doğruluguna bir kez daha inandim içtenlikle. Ankara Ankara güzel Ankara, ben bir süre daha buralardayım :)

Ama kısa bir moladan sonra :) 23 Nisan'da 3 günlüğüne İzmir'e kaçıyoruz... İzmir, Çeşme, Alaçatı, Şirince bizi bekliyor!!! Yeni fotoğraflarla döneceğim! Ama umarım yeni bir ikilemle dönmem :)

Herkese iyi tatiller...

Tüm çocukların ve içinizdeki çocukların dünyanın en güzel bayramı, tek çocuk bayramı olan 23 Nisan'ı kutlu olsun...

Zuhal

P.S. Aslında daha çok fotoğraf yükleyecektim, ama yazdığım her yüklemeden sonra tüm yazılar darmadağın oluyor, bu konuda biraz kendimi geliştirmem gerek sanırım...

18 Nisan 2007 Çarşamba

Sobelendik..

Sardunya sobeledi bizi..Biz de katıldık oyuna..

• Daha önce yaşadığınız 3 şehir:
Sadece Ankara. Ne yazıkki..Farklı yerler, insanlar görmek isterdim..

• Tatil için gittiğiniz gördüğünüz ve önermek istediğiniz üç yer:
Düşündüğüm: ağva, burhaniye- kaz dağları ve nemrut..
Önerdiğim: Mardin-Midyat(bambaşka bir dünya), Selimiye

• Yaşamak istediğim üç şehir:

Başka bir ülke belki..Akdeniz ülkesi, Italya, Ispanya veya Portekiz..ve bir ada belki..rahat ve huzur dolu..Türkiye’de Selimiye olabilir.

• Şu anki mesleğiniz: Bilişim

• Dünyaya yeniden gelseniz hangi mesleği yapmak isterdiniz?
Belki doktor veya tiyatrocu

• Kesinlikle yapamazdım dediğiniz meslek:
Avukatlık, memuriyet, pazarlamacılık

• Yaşam felsefenizi oluşturan sözlerden biri:
Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün.

• Bir kitaptan alınma sevdiğiniz bir bölüm, paragraf ya da cümle:
“Hayatta ya tozu dumana katarsın, yada tozu dumanı yutarsın”..

• Çok sevdiğiniz bir şiirin bir parçası:
I carry your heart with me
I carry it in my heart
I am never without it
anywhere I go you go, my dear;
and whatever is done by only me is your doing, my darling
I fear no fate
for you are my fate, my sweet
I want no world
for beautiful you are my world, my true
and it's you are whatever a moon has always meant
and whatever a sun will always sing is you
here is the deepest secret nobody knows
here is the root of the root and the bud of the bud
and the sky of the sky of a tree called life; which grows
higher than soul can hope or mind can hide
and this is the wonder that's keeping the stars apart
e.e.cummings
CEREN

bir iki üç
sweety, Ayse’s world , Cakıl’ın yeri ve peynir gemisi
ebe sobe

11 Nisan 2007 Çarşamba

YE #21 - Kremalı Tavuk



Uzun zamandır yemek etkinliklerini takip ediyorum. Tam benim gibi evde ara sıra yemek yapanlara göre. Yemek pratiğim çok olmadığından, yapmadan önce bir süre düşünmem gerekiyor. Bu etkinliklerle, evde patates mi var bak patates etkinliğine neler yapılabilirmiş, tatlı mı yapacaksın bak tatlılara aklına bile gelmeyecek, özenle hazırlanmış onlarca tarif. Artık bizim de blogumuz olduğuna göre bu yararlı etkinliğe katılalım dedik... Ama gel gör ki yeni tavuklu bir tarif deneyemedim henüz, Nisan'la konuşup Ceren'in daha önce yayınladığı kremalı tavukla katılmaya karar verdik... Ama bir sonraki etkinliğe bizzat kendim birşeyler yapmak istiyorum :)

Evet tarifimiz kremalı tavuk. Tarifi ben denedim, oldukça pratik ve lezzetli oldu. Ben limonlu tatları çok sevdiğimden limonunu bol koydum, ekşili değişik bir tavuk yemeği oldu. Evde de kardeşim ve kuzenim tarafından çok beğenildi... Teşekkürler Ceren :) Şuraya tıklayarak tarife ulaşabilirsiniz...

Bu arada ev sahibimiz 'yemek aşkı'na bu güzel konu için teşekkürler :)

Afiyet olsun...


Zuhal

9 Nisan 2007 Pazartesi

Ay ay ay yaz geldi, Sokağa çıkmak lazım ....

İnsan odaklıyız işte. Ne kadar kendimizi kandırsak da öyleyiz. Sabah kalktığınızda kendinizi ne kadar iyi hissetseniz de, servisde yanınızda oturan; çay alırken birisi; yan masa arkadaşınız size " Neyin var, yorgun görünüyorsun" derse sabah hissettiğiniz bütün iyilikler biranda uçmaz mı ? Uçar, hatta ilk fırsatta aynaya bakar ve yorgunluk izleri ararız. Evet öyle görünüyormuşum deriz, sonra da yorgun hissederiz. Ve bunun gibi daha ne olaylar neler neler ...

Hal böyle olunca insan odaklıyız işte. Evimizde yalnız olmaktan hoşlansak bile bir zaman sonra kendimizi insanlara karışacağımız, konuşacağımız, hiç olmadı karmaşada düşünmeyeceğimiz ortamlara atıyoruz. Sırf bu yüzden büyük büyük alışveriş merkezleri yapıyorlar; düşünmeyelim diye de içeriye az oksijen veriyorlar.Böylece insan olmanın gereklerini yerine getiriyoruz. Ve bu kadar insan odaklı iken bir o kadarda onları kolayca silebiliyoruz. Kaçımız incir çekirdeğini doldurmayacak nedenlerle arkadaşı ile kopmamıştır. Veya yolları, araya giren zamanı, zamansızlığı, koşturmacayı bahane ederek arkadaşlarından uzaklaşmamıştır. Bu kadar insan bağımlısı iken ve mutlu olmamız bu kadar karşı tarafı da mutlu etmeye dayanırken bu yaptıklarımız hiç akıl alır değil.

Peki olan olmuş, kopan ilişkiler kopmuştur mu demek gerekir ? Veya gidip onları yeniden düzenlemek mi ? veya düzenleme için harcanacak zamanı yeni ilişkiler kurmaya mı vermek gerekir? Ne gerekir ? Nasıl yapılır ? Yıllarca aramadığınız bir arkadaşınızı arayınca, nasıl karşılanmalar yaşanabilir ? neler normal? neler değildir ? İçten bir merhaba yetecek midir ?

Daha da ileri sorular sorayım,nasıl yeni insanlarla tanışılır? tanışmak yetmez ki; aramak ister insan, aranmak ister. Önemsenmek ister. Yeni tanıştığınız biri ile bu bağı kurabilir misiniz? Yoksa bunun içinde içerikten öte, nicelik-zaman mı gereklidir? Yeni gruplar nereden bulunur ? Nasıl gidip orada kaynaşılır ?
Sezen ablamızın yazdığı, Emel ablamızın söylediği gibi...
Ay ay ay yaz geldi, Sokağa çıkmak lazım,
Bi kaç kural daha yıkmak, Bi kaç yasak delmek lazım.
Önerilerinizi bekliyorum, ayrıca güzel mi güzel baharı her yanımızda hissedeceğimiz bir hafta diliyorum.
NİSAN

3 Nisan 2007 Salı

Bitmeyen Ankara-İstanbul İkilemi



İstanbul'u çok seviyorum, her İstanbul'a gidişimde hayıflanıyorum ben niye bu şehirde yaşamıyorum diye, boğaza karşı balık yerken, çay içerken, İstiklal Caddesi'nde dolaşırken hep orada olmak istediğimi hissediyorum. Ankara'dan çok sıkıldım, geldiğimden beri hiç sevemediğim bu sıkıcı, gri, kasvetli şehirde 10 yıl geçti gitti. Ama İstanbul'da yaşayacak cesareti de hiç bulamadım kendimde. Bir kaç günlük iş gezileri bile ne kadar zor bir şehir olduğunu gösterdi İstanbul'un. Ankara'da işe gidişim 10 dakika sürerken, İstanbul'da akşam işten çıkıp otele giderken geçen 2 saat beni "Ankara'nın da yaşanılabilir bir şehir" olduğu konusunda ikna etmeye yetti. Sabahları işe gitmek için sabah 7'de servise binince, serviste uyuklarken kafamda "Ankara da güzel bir şehir aslında" düşünceleri ağırlaştı, yoğunlaştı her seferinde.


Ankara'da bile günler yetmiyor bana, her akşam uyumadan önce yetiştiremediklerimi düşünüyorum sürekli. Hal böyleyken İstanbul'da her gün 3-4 saatimi yollarda harcamaya kıyamıyorum. Tabi bunun yanında güvenlik sorunları da var. İstanbul'da her an başıma birşey gelecek, çantam çalınacak, bomba patlayacak...vs gibi hissediyorum. Çantama sarılarak dolaşıyorum. Geçen sene 3 gün İstanbul'da kaldıktan sonra Roma'ya gitmiştim. Hırsızlığın ünlü olduğu Roma'da bile rahatlamış, 'bir oh çekmiştim', meğer ne çok gerilmişim İstanbul'da...


Bu Ankara-İstanbul ikilemini son 5 yıldır yaşıyorum, ve her geçen yıl beni hiç sevemediğim Ankara'ya daha da bir yerleştiriyor. Bağlarım, kaybedeceklerim artıyor. Ve bu İstanbul gerçekleri de, benim Ankara'ya hissettiklerim de hiç değişmiyor...


Türkiye'de başka bir şehir alternatifi benim işim için neredeyse imkansız. Yurtdışında da uzun süreli yaşamak istemiyorum, 6 aylık bir tecrübem var, o bana yetti, belki 1-2 yıl daha olabilir ama daha fazlasını istemiyorum. Ne yapmalı bilmiyorum, Ankara'da kalıp hayıflanmalara devam mı? Herşeyi göze alıp İstanbul'u denemeli mi?


Nerden mi çıktı bu İstanbul konusu? Öncelikle önceki gün yağmurlu, gri bir 'Ankara Pazar'ında önce Ankamall, sonra Arcadium'a gittikten sonra içime fenalık bastı ve yine aynı şeyleri sorgulattı bana. Bir de yarın İstanbula gidiyorum. 4 gün ordayım... Bakalım bu sefer nasıl etkileyecek beni İstanbul?


Bekle beni İstanbul, geliyorum!!!
Zuhal

2 Nisan 2007 Pazartesi

Derin Uyku..

Her haftasonu bir öncekinden daha kötü..tüm gün odaya kapan ve ağla..hayatım bomboş bir kavanoz gibi..Tutunacak hiçbirşey yok..büyük bir boşluk..beni hayata bağlayan “hiç”..İnsan yok..telefonum bile çalmıyor, atmalı belkide onu da..ot gibiyim; ye, iç, işe git, gel..koca bir boşluk..gece uyuyamıyorum ilçsız..Uyku ve rahatlık..tüm o boşluktan uzaklaşmak, huzur..Acaba ölüm de böyle birşeymi diye düşünüyorum..Kolayca, üzülmeden..Üzülecek birşey yok çünkü, yaşanmamışlıklar dışında..çünkü bağ yok..ilaç, uyku ve sonrası derin huzur..