29 Haziran 2007 Cuma

Gitmek mi zor, kalmak mı zor?

Gitmeli mi, kalmalı mı? Dun bir arkadasimin Hollanda’da iş bulduğunu ve buralardan ayrılacağını duydum..Üzüldüm..Ama sevindim onun adına bir yandan..Yıllarca acaba gitmeli mi, kalmalı mı sorgulamasını yapan biri olarak biraz da bu cesareti kıskanmadım değil..İnsan hep bir arayış içinde..Hep birşeyleri kaçırdığını düşünüyor, gitmek yakalamak, denemek istiyor o kaçanları..ama biryandanda rahatını bozmak, düzenini değiştirmek, alışkanlıkları bırakmak zor geliyor..Geride kalanlar, gelenekler, beklentiler..Kaçan fırsatlar, yeni deneyimler..Yeni cezbedici, avlayıcı, geliştirici, ama belirsiz ve ürkütücü..Eski tanıdık, bildik, rahat, garantili, ama statuquo cu, monoton..
Ne yapmalı, nasıl karar vermeli..Bir papatya falına mı bakmalı: gitmeli, gitmemeli, gitmeli, gitmemeli..gitmeli..gitmemeli..Nedir bizi gitme özgürlüğünden alıkoyan güç??Nasıl cesaret göstermeli?

CEREN

19 Haziran 2007 Salı

Aşk ölür mü, öldürülür mü?

Yeni bir kitap okuyorum. "Evlilik aşkı öldürür mü?"..Psikolog İlkim Öz yazmış..

İnsanlardan dinlediğim klişe "aaa tabiiki, 1-2 yıl sonra ne aşk kalıyor ne maşk, zaten çoluk çocuğa karışınca birbirini bile unutuyor insan, günlük koşuşturmaca, iş-güç kendine bile zaman ayıramıyorsun, o heyecan da zamanla yerini alışkanlığa bırakıyor.."...Herkes bu işin doğasının, elde edilenin değer yitirdiği ve heyecanının zamanla azaldığı üzerine olduğunu söylüyor..

Tabii aksini savunanlar da yok değil ama azınlıkta diyebilirim, bu azınlık ise aşkı öldüreninde sürdüreninde insan olduğunu dolayısıyla bu işin insanlara bağlı olduğunu, insanların aşka ne kadar önem verdiğine, onu beslediğine, büyüttüğüne, veya önemsemeyip ölmesini seyretmesine bağlı olduğunu söylüyorlar..”Aşk bir bitki gibidir, sular, yeterli güneşi verir, iyi bakarsan, o da sana büyük ve güzel çiçekler verir” diyorlar..

Bu kitap İlkim Öz’e başvuran çiftleri ve problemlerini, çözümü nasıl bulduklarını anlatıyor..İnsan okuyunca hayatta neler olduğunu, insanların ne kadar farklı problemleri olabildiğini görüyor..

Sizler ne düşünüyorsunuz bu konuda? Sizce “Aşk zamanla, evlilikle ölüyor mu, yoksa onu öldüren bizlerin umursamazlığı mı?”
CEREN

13 Haziran 2007 Çarşamba

İyi ki doğdumm :)

Bugün benim doğum günüm... Küçüklüğümden beri değişik bir gün olmuştur benim için doğum günlerim. Her zaman biraz hüzünlüdür nedense.

Kimseye hatırlatmayı sevmem, yani günler öncesinden yaygarasını yapmam unutmasınlar diye. Ama hatırlansın da isterim, ben kimsenin gözüne sokmayayım ama yakınımdakiler bilsin, hatırlasın isterim... Ben doğumgünü hatırlama konusunda felaket olduğumdan kimseye de kırılmam bozulmam hatırlanmadı diye...

Bizim evde doğum günü kutlamaları yoktu ben küçücükken. İlkokul yıllarımda pek kutlamazdık, bir doğumgünü var aklımda kalan, evde çoluk çocuk eğlendiğimiz. Ortaokul-lisede dönem sonuna gelirdi genelde, okul bitmiş olurdu bazen. Bitmediği zamanlarda ise, sürpriz parti organizatörü ben olduğumdan, benimkilerde beklediğim performans sağlanamazdı hiç. Lisede hatırladığım bir sürpriz parti var, yurtta kızların düzenlediği eğlenceli bir parti.

Üniversitede, asi ilk gençlik yıllarımda hiç sevmezdim kutlamaları, insanların benim doğumgünüm için kendilerini birşeyler yapmak, pasta, hediye almak zorunda hissetmelerini, ne alsak sıkıntılarını girmelerini istemezdim. Bir yerlere gidip kutlandığında da çok eğlenmezdim de bu yüzden. Bir kere çok sevdiğim Turtav'da bile hiç eğlenmemiştim. Beni seven her zaman, ya da her hangi bir zaman hediye alır diye düşünürdüm. Aslında bu dayatmalara tüketim toplumunun klişelerine bir isyandı bu, benim için o yıllarda... Ama 18 yaş günümü çok iyi hatırlıyorum, çok özeldi, labda sabahlarken şimdi benden çok uzaklarda olan çok sevdiğim iki arkadaşımın karanlığın orasına diktiği bir mum, getirdikleri bir dilim pasta ve ODTÜ'nün çeşitli yerlerinden topladıkları bir demet kır çiçeği hayatımın en güzel sürpriz doğumgünüydü sanırım.

Büyüdükçe diğer klişelerle birlikte daha çok sevmeye başladım doğum günlerimi. Çevremde sayısı azalmış güzel insanların o gün beni düşünmelerini seviyorum. Çikolatalı pastayı seviyorum. Dün akşam lise arkadaşlarımın her zamanki gibi bir gün önceden buluşma hazırlamalarına, hatırlayıp kutlamalarına çok sevindim... Gece 12'yi geçer geçmez canım kardeşimden gelen mesaja, mesajı atmak için o saati beklemiş olmasına çok sevindim. Az önce yurtdışındaki iş arkadaşlarımın telefonda toplantı sonrası söyledikleri sürpriz "happy birtday to you" şarkısı kocaman bir gülümseme yaydı yüzüme. Arayan, mail atan canım arkadaşlarımın ve ailemin bugün kendimi daha özel hissettirmelerini, doğum günü çocuğu olma hissiyatını seviyorum :).

Bugün benim günüm, kendime çoook mutlu bir yıl, harika bir 26 yaş diliyorum.
Zuhal

11 Haziran 2007 Pazartesi

The Secret- "SIR"

Yeni bir kitaba başladım: “The Secret”, “Sır”..Kitap bu sırrı çözen kişilerin düşünceleriyle oluşturulmuş. İnsanların istedikleri herneyse ;iş, aşk, zenginlik, sağlık, ulaşmalarının çok kolay olduğu üzerine kurulmuş. Bunun temelinde de “çekim teorisi” varmış. Bu teori basitçe şunu söylüyor: “Pozitif pozitifi çeker, negetif negatifi”. Bunu düşünce düzeyine indirgersek, pozitif düşünmek bizi daha pozitif yapar ve başka pozitif düşünceleri bize getirri. Bunun tam tersinde negatif düşündükçe, negatif düşünce ve durumları kendinize çekersiniz. İşte hayatında değişim yapmak isteyenler işte bu düşünce düzeyinden başlamalılarmış. Bu değişikliği yapartamak için sır 3 adımdan geçiyor: 1. İstemek, 2. İnanmak, 3. Almak. Gönülden istemek..Evren zengin bir kaynak ve hereksin dileğinin gerçekleşmesine yetecek bir enerjiye sahip..İstediğinin olacağına innamak....İnnaıp snaki isteğiniz gerçekleşmiş gibi davranmak..ve Sunulanı almaya hazır olmak...Bunları uygularsanız elde edemeyeceğiniz birşey yokmuş..
Bunu deneyimleyip, gerçek sonuçlar alan var mı acaba hayatında?

CEREN

1 Haziran 2007 Cuma

Verebilmek

Kişisel gelişim kitaplarında mutlaka bahsedilen bir geçektir "Vermek". Vermenin insana birşey kaybettirir gibi görünse de aslında bize neler kattığını farkettiğimiz de nasıl da neşeleniriz. Ki hayatın amacıda mutluluktan önce neşe dolu olmak bence. Ne de olsa mutlak mutluluk söz konusu değil hayatta. Daha neşeli olmak için ise vermek gerek. Bende çoğu zaman bunu deneyimledim. Aslında her sabah önünden geçtiğiniz, parayı verdiğiniz, çayınızı aldığınız kişiye dönüp, gözlerine bakarken bir "günaydın" vermek. Size ihtiyacı olana zaman vermek, sevdiklerinize emek vermek, evrene size sağladıkları için teşekür vermek... Evet bunların hepsi sizi daha bir farkında yapacak ve neşeli olmanızı sağlayacak. Yalnızzzzz.... Tek kural bunu birşey için yapmayacaksınız. Değil birine kendinize bile itiraf etmeyeceksiniz, bundan doalyı gururlanmayacak, bir havalara girmeyeceksiniz, böbürlenmeyecek, karşılığını beklemeyeceksiniz... Zor değil mi ? Bencede... Mutlaka denenmeli ve deneyimlenmeli
Vermekte bir çeşit bağımlılık yaparmış insanda. Ne kadar verirseniz verin, daha ne verebilirimi düşünürmüssünüz. Kendimi bu kadar mutlu, memnun ederken diğerlerine ne verebilirimi sorarmışsınız. Bende tekrar soruyorum daha başka kimlere yardımım olabilir, kimlere umut-emek-yardım verebilirim. Ankara'da katılabileceğim, iktidar davası olmayan, yaptım demek için yapmayan insanların olduğu gönüllü projeleri nelerdir ? Tavsiye edeceğiniz, el ver, destak at diyeceğiniz ? Bekliyorum... Bu yazın bir anlamı olmalı :))
NİSAN