5 Ekim 2007 Cuma

Sonbahar geldi, hastaliklar basladi..

Evvelki hafta bu sular mahvetti tüm ev halkını..Herkes sırayla mide ve bağırsak yolu bozukluğu yaşadı, ve bu öyle 1-2 gün sürüp kolayca geçen tipte değildi..Barajlardaki suların dibi geliyormuş evlere ve bu sanırım yeterince de temzilenmiyor ve bizi mahvediyor..Doktorlar musluktan akan suyla diş bile fırçalamayın öğüdünü veriyorlar..Sanirim bu bünyeyi zayiflattı, ardındanda soğukalgınlığı başladı..Üstüste süper oldu. Kendime gelemiyorum..Dışarıda son sıcak günler yaşanıyor ben yataktan çıkamıyorum..Çok sinir bozucu..İçimden dışarı çıkmakta gelmiyor, 2 gündür eve geliyorum hemen uyku modundayım, kıvrılıyorum kanepeye içim geçiyor..Bahar uyuşukluğumu, grip etkisimi bilemedim..Ama acilen spor yapmam gerektiğini anlıyorum, 1 yıldır hareket etmeyip oturunca bağışıklık sistemi zayıflıyor. Acilen birşeyler bulup bu miskinliği ve hastalıkları üzerimden atmam lazım..ama ne yapacağıma birtürlü karar veremiyorum..BAna fikir verin, hem eğlendiren hem sağlık veren 1 şeyler yapmalıyım..uff ufff..iyice tembelleştim..
CEREN

10 yorum:

Adsız dedi ki...

Ufff ufff yaa çok zor hakkaten,
bende sızın gıbı oldum son 2 yıldır.Daha once Sports Int'l da
Platin üyeydim.spor yapardım,şimdi
içimden gelmiyor.Devamlı şarap ve trip modundayım,kulagımda da Pınk
Floyd ,Deep Purple..off yaa o da
sıkıyo ama.Sizde bana fikir verin ne olur.İyi bayramlar canım.Reda

Adsız dedi ki...

bayramınızı kutlar,her şeyin
gönlünüzce olmasını dilerim.mehmet

Absurd Prayer dedi ki...

Değerli Dostlarım,

Mimlendiniz... http://ahkamkusu.blogcu.com/4370394/

Şehir Melekleri dedi ki...

tesekkurler..herkesin gecmis bayrami kutlu olsun..

Şehir Melekleri dedi ki...

Sevgili Reda,
Ben yoga ya basladim, haftada 1 iyi geldi..Bir de oryantal kursu dusunuyorum hem eglenip hem hareket yapmak icin..tenis de aklimda ama havalar soguyor ve ben soguga hic gelemiyorum..
sevgiler,
ceren

Adsız dedi ki...

TÜRK MİLLETİ OLARAK TÜM DÜNYAYI UYARIYORUZ



Kanlı terör örgütü PKK'nın önceki gece Irak sınırındaki Dağlıca Taburu'na emniyet sağlayan Türk birliğine yönelik olarak gerçekleştirdiği menfur saldırı, Türk milletini derin bir yasa boğmuştur. Şehitlerimize Tanrıdan rahmet, ailelerine sabır, yaralılara acil şifalar diliyoruz. Büyük Türk milletinin başı sağ olsun...



Saldırının perde arkasında hangi gücün olduğu, herkes tarafından bilinmektedir. Daha düne kadar Türk subaylarının postallarını yalayan Irak'ın kuzeyindeki Çapulcubaşı, bugün kendisine omuz veren bu gücün desteği ile Türkiye'ye kafa tutuyor ve bölgede bir devlet kurmayı hayal ediyor. O Çapulcubaşı, hayatını Türkiye'ye borçludur ve unutulmamalıdır ki, Türkiye, kendisine kafa tutma cesaretini gösteren o yalakanın nefes borusunu kesebilecek güçte ve kararlılığa sahiptir. O Çapucubaşı’nın, kurduğu hain pusular ile ülkemizde kalleşçe katliamlarda bulunan terörist örgüte verdiği destek asla karşılıksız kalmayacaktır. O Çapulcubaşı, Bağdat'ı mesken edinen diğer yalama Çapulcubaşı ile boğaz boğaza geldiği dönemlerde kurtarılması için adeta Türkiye'ye yalvarmıştır. Türkiye o gün için bu sinsi insanın bu kadar kişiliksiz ve haysiyetsiz olduğunu anlayamamış ve kendisine yardım elini uzatmıştır.



Bugün Irak'ı işgal eden güçlerin ilelebet bölgede kalmayacağı açıktır ve Türkiye'yi her fırsatta arkadan vurmayı amaç edinen o Çapulcuların, ağababalarının koruması altında ne kadar süreyle hayatta kalabilecekleri de meçhuldür. Türkiye, işgal güçlerinin bölgeden çekilmesini mi bekleyecektir? Tabi ki, hayır!.. Kimse Türk milletinin sabrını sınamaya kalkmasın!.. Sabır taşı çatlamak üzeredir, hatta çatlamıştır ve hesap günü geldiğinde Türk milletini hiçbir güç durduramayacaktır!..



Bu noktada, şu soru akla geliyor: "Acaba, işgal güçleri, kendi oyuncağı konumunda bulunan Kürtleri çok mu seviyorlar veya onların "insan" haklarını korumaya mı çalışıyorlar? kendisini dünyada tek güç olarak gören o malum ülke, Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta asyadaki enerji kaynaklarına sahip olma projesini hayata geçirebilmek için, bölgede yeni "yapay" müttefikler bulmaya ve yeni "İsrailler' kurmaya çalışıyor. Halbuki, bu strateji yanlışlığı elindeki İsrail’in de yok olmasına neden olabilecektir. Ancak, yanlış yerde kendisine müttefik arıyor. Bu arada, bu ülke. bugün asırlardır kendisine kol kanat geren Türkiye'ye ihanet eden bir şebekenin yarın kendisine de ihanet edeceğini idrak edemiyor. Bu ülke, ayrıca, gönlündeki Çapulcu devletini kurmaya çalıştığı toprakların tarih boyunca Türk yurdu olduğunu ve bunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmeyeceğini de anlayamıyor.



Her Türk, bayrağını ve toprağını korumak için kanının son damlasına kadar savaşacak güç ve kararlılığa sahiptir!.. 1926 Ankara Antlaşmasına göre, Türkiye bölgede "Garantör” ülke konumundadır. Türkiye, I974'de Kıbrıs Türklerini korumak için nasıl harekete geçtiyse, bugün de aynı kararı alabilecek güçtedir. Musul-kerkük bölgesi Ankara Anlaşması ile Türkiye Cümhuriyeti tarafından "Irak Devleti”ne bırakılmıştır. Bugün, Irak'ta devlet diye bir şey kalmamıştır ve Türkiye için fiili olarak bölgeye müdahale hakkı ortaya çıkmıştır.



Türkiye'nin, kendisine yönelen terör tehdidine, Türkmenlerin katledilmesine ve bir oldu-bittiye seyirci kalması söz konusu olamaz. Harekete, Habur Sınır Kapısı'nın kapatılması ve bölgeye verilen elektriğin-suyun kesilmesi ile başlanmalıdır. Bölgede yuvalanan teröristler ve kendilerine, lojistik destek sağlayan işbirlikçi çapulcular, kısa sürede gerçeği kavrayacaklar ve tekrar Türkiye'ye yalvarmaya başlayacaklardır.



Günümüzde Musul-Kerkük bölgesi olarak bilinen Osmanlı imparatorluğu’nun Musul Vilayeti; yaklaşık 1500 yıldan buyana Türk yurdudur ve Anadolu'dan önce Türkler tarafından yurt olarak belirlenmiştir. Oğuz boyları olan Kerkük Türklerinin yerleştikleri bölgeler, Musul, Erbil, Kerkük ve kısmen Diyale'yi kapsamakladır. Bölgedeki bütün kültürel ve askeri yapılar ile mezarlıklar Türk milli kültürünü açıkça ortaya koymaktadır. Çapulcuların ise. bölgede, birkaç "ahır" dışında kültürel herhangi bir eseri yoktur, Çünkü onlar, sinsi planların uygulanmsı için bu topraklara sonradan getirilmişlerdir.



Ankara Antlaşması; Türkiye Cumhuriyeti, İngiltere ve İngiliz mandası altındaki Irak Krallığı arasında 1926 yılında Ankara'da imzalanmış ve TBMM, Irak Meclisi ve İngiliz Avam Kamarası tarafından da onaylanması sonrasında yürülüğe girmiştir. Anlaşma, Irak Devleti'nin sınırları ile ilgili olarak taraflara "Sınır Ötesi Sıcak Takip" imkanı da tanımaktadır. Anlaşmaya göre. Irak'ın "toprak bütünlüğünün bozulması" veya "sınırlarının değiştirilmesi" halinde anlaşmaya taraf ülkelerin 1926 öncesi haklarının kullanımı söz konusu olabilecektir.



Irak, 1925 Anayasası’nda ve 1932 yılında Birleşmiş Milletlere üye olması dolayısıyla yayınladığı bildirgede; Kerkük ve diğer bölgelerde yaşayan Türkmenleri, Araplar ve Kürtler ile birlikte Irak'ın üç asli unsurundan biri olarak kabul etmiştir. Bugün ise Türkmenler yok sayılmaktadır. Irak'ta, bugüne kadar Türkmenlerin sistematik olarak asimile edilmesine ve bölgenin Araplaştırmasına çalışılmıştır. Bir süredir de, toplama insanlarla Türk yurdunun Kürtleştirilmesine çalışılmaktadır.



1921’den beri Irak’ın kuzeyinde kukla bir devlet kurmak için her türlü ortamı hazırlayan emperyalist güçler, Bölgenin güvenliğini de “daha kolay katliam yapabilsinler” diye çapulculara bırakmışlardır.



Türkmenlerin, yapay süreçlerle Çapulcubaşı’nın kontrolüne bırakılan bölgede azınlık haline getirilmesi, hiçbir uluslararası hukuk kuralı ile bağdaşmamaktadır.



Türkiye'nin üzerinde oynanan oyunlar açıktır. Türk askerlerine yönelik

olarak gerçekleştirilen son saldırı, bu oyunları bir kez daha tüm çıplaklığı ile ortaya çıkarmıştır. Zira. PKK'nn bu saldırıyı tek başına gerçekleştirebilecek imkanı yoktur. Bu kanlı örgüte, hangi gücün sahip çıktığı bilinmektedir. Irak'ın kuzeyindeki Çapulcubaşı ve Bağdat’ı mesken edinen diğer Çapulcubaşı’nın saldırı sonrasında yaptıkları açıklamalar da, arkadaki gücü açıkça ortaya koymaktadır.



Tüm dünya Türklerinin, hedefteki Türkiye üzerinde oynanan bu oyunlara karşı dik duracaklarını biliyoruz ve dünya Türklerini birlikle mücadeleye çağırıyoruz.

Sevtap

Adsız dedi ki...

Türkiye Cumhuriyeti varlığını korumak istiyorsa Türk Ordusu derhal Irak’a girmeli, PKK’yı ve onunla sarmaş dolaş olan Barzani ve Talabani unsurlarını ininde vurmalıdır.

Kamuoyuna pompalanan “terör” söylemi doğrudur ama, gerçeğin yalnızca bir kısmıdır, dolayısıyla yanıltıcıdır.



Karşımızdakinin yalnızca “ayrılıkçı terör” olmadığını hepimiz gayet iyi biliyoruz. Amerika’nın Irak’ı işgal etmesinin iki stratejik hedefi Irak’ın petrolüne el koymak ve Irak’ın kuzeyinde Amerikan çıkarlarına hizmet edecek bir kukla Kürt devleti kurmaktır. Bu kukla devletin baş amacı Amerika’nın bölgeye yönelik emperyalist projelerine direnen üç ülkeye karşı, önem sırasına göre yazarsak Türkiye, İran ve Suriye’ye karşı Kürt ayrılıkçılığı kartını oynamaktır. Dolayısıyla Irak’taki Amerikan kuklası Kürt ağalarının PKK’yı himaye etmeleri kendi marifetleri olmayıp Amerika’nın onlara verdiği baş görevdir, kukla devletin kuruluş sebebidir. Bu yüzden Amerika’nın bize tavsiye ettiği gibi PKK’ya karşı Irak’ın kukla hükümetiyle ve kukla Kürt ağalarıyla işbirliği yapmaya çalışmak gülünçtür, vakit kaybıdır, Türkiye Cumhuriyetinin kendini aptal yerine koydurmasıdır ve nihayet Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Irak’taki kukla hükümetin bakanı Zebari ile dün yaptığı basın toplantısında, bu şahsın ikide bir elini kaldırıp terslermişçesine Türkiye Cumhuriyeti bakanının sözünü kesmesinde tanık olduğumuz gibi, haysiyet kırıcıdır. Bu zavallı tutumun devam etmesi Türk halkının devletine olan bağlılığı ve ona duyduğu güveni hızla yıpratmaktadır.

Türkiye’de Soğuk Savaş döneminden kalma, göbeğini Amerikalıların kestiği, Amerika’ya sormadan tuvalete bile gidemeyen bir devlet adamı zümresi mevcuttur. Bunların bir kısmı güya "milliyetçi" geçinir ama aslında milliyetçilik sandıkları "NATO'CULUK"tur, gözü kapalı Rus düşmanlığıdır. Bunlarda millî refleks yoktur, NATO refleksi vardır. Şehit haberleriyle Türk halkının millî refleksleri uyanınca Amerika’nın kontrolündeki medya 24 saat bu NATOcu eskileriyle dolup taşar oldu. Bunlara göre Türkiye tabii ki kendini savunma hakkını kullanmalı, ama bunu yaparken asla Amerika’yla karşı karşıya gelmemelidir! ... Yapılacak iş sadece Amerika’ya Türkiye’nin hayatî önemi olan bir Amerikan müttefiki olduğunu hatırlatarak PKK’nın Amerika’nın üzerine gitmesini sağlamaktır.

Bu görüş 1960’larda, 1970’lerde donup kalmış, fosilleşmiş beyinlerin ürünüdür ve en azından son onbeş yılın gerçekleriyle bağdaşmamaktadı r. 1990’larda ölümcül Batı-Sovyet mücadelesi, "meşhur" “komünizm tehlikesi” sona ermiş, Amerika için Türkiye Cumhuriyetinin (Dikkat! Coğrafya olarak Türkiye’den söz etmiyorum) eski önemi kalmamıştır. Bilakis, laik ve üniter Türkiye Cumhuriyeti artık Amerika’nın bölgedeki projeleri açısından aşılması gereken bir engeldir.

Herkesin bildiği gibi bu proje Balkanlardan Ortadoğu’ya ve Orta Asya’ya uzanan coğrafyanın çok sayıda küçük etnik devlete bölünmesidir. Irak bu projenin "ana harekât üssü" olmak üzere işgal edilmiş ve etnik ve dinî ayrımlara göre parçalanma sürecine sokulmuştur.

Amerika’nın başta Türkiye ve İran olmak üzere diğer bölge ülkeleri için benzer planları vardır. Hatırlanacağı üzere bu planın ilk aşamasını gösteren bir harita geçen yıl Pentagon’a yakın bir Amerikan dergisinde (Armed Forces Journal) yayınlanmıştır. Türkiye’nin bu şartlar altında Irak’ın kuzeyindeki kukla devletle “Amerika’ya kim daha iyi müttefik olur” yarışına çıkması mümkün değildir. Bugün Türkiye’nin Amerika’ya kendini beğendirmesi ancak Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesinde kendisine biçilen şablonu kabul etmesiyle, yani, etnik ve dinî bir federasyona dönüşmesiyle mümkündür ki, bu da önce Türkiye’nin yok olması, ardından da bu coğrafyadan Türklüğün tasfiye edilmesi demektir. Bu yüzden 1990’lardan beri açık açık teorileştirilen ve Irak’ın işgaliyle uygulama safhasına gelmiş olan BOP gerçeği ortadayken PKK konusunda ABD ile pazarlık yapmaya kalkmak abesle iştigaldir.

Amerika’nın BOP sevdası da bu ülkenin başına hasbelkader birtakım radikal dincilerin ve aşırı sağcıların gelmesiyle açıklanamaz. Yani bir sonraki seçimlerde Amerika’nın yeni başkanı Hillary Clinton olursa Amerika BOP aşkından vazgeçecek değildir. İşin esası Amerika’nın 1950-1970 arasındaki ezici ekonomik üstünlüğünün 1970’ler ve 1980’lerde yavaş yavaş, 1990’lardan itibaren ise hızla çökmeye başlamasıdır.

Amerika bugün millî gelirinin % 6’sı kadar cari açık veren, tasarruf oranı negatif olan ( Yani ortalama Amerikalı aile banka borcu sayesinde kazandığından daha çok harcamaktadır) , devletin ve vatandaşın aşırı derecede borçlu olduğu bir ülkedir. Son aylarda patlak veren ve her geçen gün derinleşen mortgage (konut kredisi) krizi ekonomiyi canlandırmak için halka aşırı borç yüklenmesinde son noktaya gelinmiş olduğunun ifadesidir. Bu ekonominin dış cephesi de berbattır. Amerikan devletinin borçlarının giderek artan bölümü Japonya, Çin, G. Kore gibi ülkelerin merkez bankalarında toplanmaktadı r; demek ki doların değeri ve Amerika’nın bütçe politikası giderek artan oranda başka ülkelerin vereceği kararlara bağımlı hale gelmektedir. Amerika 10 yıla yakın zamandır ürettiğinden çok daha fazlasını tüketmekte, böylece cari açık vermekte, bu açık karşılığında da dünyaya trilyonlarca dolar, yani yeşil kağıt parçası pompalamaktadı r. Bu kağıtların değerinin şu ana kadar gerçekten kağıt parçası fiyatına düşmemesi Amerikan borsalarının son dönemde görülmemiş kazançlar sağlaması ve doların hâlâ dünya ticaretinde başlıca ödeme aracı olarak kabul görmesi sayesinde mümkün olmuştur, ancak bunların hepsi palyatif niteliktedir. Amerikan ekonomisinde dev makro dengesizlikler düzelmediği takdirde bu gibi mekanizmalar doların ve Amerikan ekonomisinin çöküşünü ilelebet engelleyemez. Amerika’nın önemli bir ekonomik gerileme ve refah kaybı içine düşmeden yeniden makro dengelerini oturtması ise mümkün değildir. İktisat tarihi, özellikle İngiliz ekonomisinin yükseliş ve çöküş hikâyesi bize bunun mümkün olamayacağını göstermektedir. Önce gerileyerek yeniden toparlanma senaryosu ise Amerika’nın son derece masraflı siyasî ve askerî mekanizmasının tasfiyesi demektir. Aynen üzerinde güneş batmayan İngiliz imparatorluğunun II. Dünya Savaşı sonrasında kendi kendini tasfiyesi gibi... İşte "BOP" Amerikan İmparatorluğunun böyle bir zorunlu tasfiyeyi engelleyebilmek umuduyla gerçekleştirmeye çalıştığı önleyici vuruştur. Hiçbir imparatorluk kendi isteğiyle emekliye ayrılmaz. Bu yüzden Amerika kimsenin hatırı için BOP’tan vazgeçmez. BOP’tan vazgeçemeyeceğ i için de ne Irak’ın kuzeyinde kukla devlet beslemekten, ne de Türkiye’deki bölücü terörü desteklemekten vazgeçer. Onun için “PKK’ya karşı Amerika ile beraber mücadele edelim” demek, en hafif tabirle "olmayacak duaya amin demek"tir.

Türkiye’yi elma şekeriyle kandırmaya çalışanlar dışında bir de Türkiye’yi öcü masalıyla korkutmak isteyenler var. Bunların ortak sloganı “Irak bataklığı”. Bütün bu olanlar Türkiye’yi Irak bataklığına çekmek için düzenlenen bir komploymuş. Aslında Amerika bizim Irak’a girmemizi istiyormuş! Onun için Bush’undan Rice’ına kadar bilumum Amerikalı devlet büyüğü “Türkiye sakın Irak’a girmesin” diye günlerdir kıyameti koparıyor, onun için Türkiye’de komprador sermayenin klübünden mütareke basınına kadar kimin ipi Amerika’nın elindeyse “Irak’a girersek çok kötü olur” diye orduyu tehdit etmeye yelteniyor, onun için % 72’si yabancıların, yani Amerika’nın elinde olan İMKB “Türk askeri sınırda” haberi gelince gülle gibi düşmeye başlıyor! Demek ki Amerikalı ve Avrupalı devlet adamlarının ne istiyorlarsa tam tersini söylemek gibi bir huyları var da biz bunu şimdiye kadar fark edememişiz! Demek ki yabancı borsacılar da bir ülkede işler istedikleri gibi giderse kendilerine ödül olarak borsayı bir günde % 10 düşürüyorlar! Geç de olsa bunları öğrendiğimiz iyi oldu, değil mi?

Şimdi bataklığa gelelim... Bu bataklık ne bataklığı? Amerika’nın içinde debelendiği bataklıksa, TSK Irak’ın Arap bölgelerine, Amerika’nın lejyoner ordusuna payanda olmaya gitmeyecek ki oraya saplansın. Türk askerinin gideceği yer Irak’ın kuzeyi. Orada PKK ile Barzani ve Talabani çapulcularından başka bir hasım güç bulunmuyor. Siz şimdi bu güçlerin Türk ordusunu önce durdurup sonra da batağa saplayacağını mı söylüyorsunuz? Türkiye isterse onbeş günde o bölgenin toplam nüfusu kadar ordu kurar!.. Türk askeri dağları aşıp sınırın 20-30 km güneyinde başlayan ovalık araziye ulaştıktan sonra kukla devletin güney sınırına ilerlemesi bir gün bile sürmez. Ayrıca madem Türk askeri orada batağa saplanacak, o zaman Amerika niye Genelkurmay’ın bahar aylarında sınırötesi harekâtın gerekli olduğu açıklamalarından sonra korkudan bölgedeki bütün askerlerini Irak’ın Arap bölgesine kaçırdı? Haydi bakalım, yalanınızı da alıp Amerika’nın sizi içine soktuğu bataklığa geri dönün ve orada debelenmeye devam edin!

Tabii dilin kemiği olmadığı için palavranın sonu da yok! Türkiye’yi korkutmaya kalkanlar zümresinden, Ülker’in finanse ettiği ASAM’da hizmet veren “çooook milliyetçi” bir "uzman" dün öcü masalını fantezi veyahut da bilim-kurgu boyutlarına yükselterek bu işin Amerikan komplosu değil, "Rus-İran komplosu" olduğunu açıkladı!... PKK’nın son saldırılarının arkasında bu iki ülke varmış, çünkü bunlar bir Türkiye-Amerika savaşı çıkmasını istiyorlarmış! Peki nasıl oluyor da Amerikan işgali altındaki Irak’ta Rusya ve İran Amerika’nın, İngiltere’nin, İsrail’in, Barzani ve Talabani’nin ruhu duymadan PKK’yı böyle yönlendirebiliyor? Ayrıca o zaman müttefikimiz Amerika’nın bu komployu ortaya çıkarıp PKK kamplarındaki Rus ve İran ajanlarını ele geçirmesi için Türk Ordusunun bir an önce Irak toprağına girmesini istemesi gerekmez mi? Yoksa Amerika Türkiye’ye karşı Rusya ve İran’la ittifak mı yaptı? Ben bu işin içine Marslılarla “İyi saatte olsunlar”ın karışmış olmasından da korkarım!

Dediğim gibi, ortada yalan çok, çünkü Amerika’nın Türkiye’nin yapacağı sınırötesi harekâtı engelleyecek gücü yok, buna karşılık Türkiye’de beslediği çok sayıda borazanı var, onları koro halinde öttürüp duruyor. Tabii Amerika’nın bu kadar çok sayıda borazanın düğmesine aynı anda basması, bu arada şimdiye kadar kendini Türk kamuoyuna milliyetçi olarak tanıtmış psikolojik savaş görevlilerini bile deşifre etmeyi göze alması çaresizliğinin en açık delili.

Uzun sözün kısası, Türkiye’yi Irak’ın kuzeyine kapsamlı bir askerî harekâta girişmekten caydıracak kayda değer hiçbir gerekçe yoktur. Böyle bir harekâtı yapmamasının, hatta ertelemesinin sakıncaları ise pek çoktur. Bir ayda askeriyle, korucusuyla 42 şehit Türkiye toplumunun tahammül edemeyeceği bir bedeldir. Ayrıca meseleyi yalnızca bölücü terör yüzünden şehit olan askerlerimizden ibaret olarak görmek büyük gaflettir. Bu işin önü alınmazsa önce Türkiye yönetilemez hale gelir, arkasından kendini savunma iradesinden yoksun bir ülke olarak dış güçlerin her türlü tehdit ve saldırısına açık hale gelir, bu arada Amerika tarafından BOP’un lejyonerliğine, Amerika hesabına İran’a saldırmaya zorlanabilir, çünkü zayıfın ve acizin dostu olmaz. Böyle ihtimalleri düşünmek dahi istemeyiz.

"Türkler ordu millettir" sözü boşuna söylenmemiştir. Bu sözün içinde hem her Türkün doğuştan asker olduğu, vatanı savunmak gerektiğinde gözünü kırpmadan ölüme koşacağı gerçeği vardır, hem de Türk halkının başındaki devlet ve o devletin belkemiği olan ordu görevini gereği gibi yapamaz olunca bunların yenisini kurabilme yeteneğine sahip olduğu gerçeği... Bu topraklar “Hükümetin emri var” diye İzmir’e Yunan askeri ayak bastığında Türk askerini kışlasına hapseden, padişahına ve Yunan’a bu hizmetinin karşılığında İzmir sokaklarında palikaryalar tarafından tokatlanarak gezdirilen Ali Nadir Paşayı da görmüştür, Mustafa Kemal Paşayı da.... Her ikisi de tarihte hak ettiği yeri almıştır.

Bugünlerde sokaklarda duymaya başladığımız “Komutanım bizi askere al”, ya da “Biz de askeriz, silah isteriz” sözlerinin üzerinde de çok düşünmek gerekir

Sevgiler,Arzu

reality dedi ki...

Çok akıcı ve güzel bir blogunuz var.Selamlar...

Nihat Demirkol dedi ki...

Tüm eda suner arkadaşlarının okumaları önemle rica olunur

http://yeldegirmenlerinekarsi.blogspot.com/2007/11/eda-suner-gerei-1.html

Nihat Demirkol dedi ki...

bu yorumu bırakıyorum çünkü arkadaşısınız:

eda suner gerçeği-3

eda suner şimdi de içki reklamı yapıyor...



http://yeldegirmenlerinekarsi.blogspot.com/2007/11/eda-suner-ve-iki-reklam.html